28.02.2010

Ev


yaşlılara yer veririm,
ancak orta yaşlılara yer falan vermem.
hele bir de yer isteyen orta yaşlı oluyor ya, ona günahımı bile vermem.
çok çirkin bişey o çünkü.
hem zaten birisinin birisine günahını vermesi çok yanlış bişey bence.
neyse konumdan sapmadan devam edeyim.
gazilere hiç denk gelmedim ama denk gelirsem kesinlikle yer veririm.
bir de hamilelere gözüm kapalı yer veririm.

geçen gece saat 24 civarında
yurdun soğuk bahçesinde sıcak çikolata içerken hamile bir kedi yanıma yanaştı.
kedileri hiç sevmememe rağmen hamile olduğu için kendisine yer verdim.
sonra, kedi arkadaşımız karnında can taşımasına bakmadan, kucağıma çıktı ve yerleşti.
''eh madem geldin,buyur'' diyerek kendisini dostça karşıladım.
kedinin tüyleri falan temizdi ve can taşıyordu,
kedileri sevmesem de doğadan bir parça olarak yanımdaydı.
bir süre sonra,
tek bildiğim kedi sevme hareketi olarak boynunu gıdıklama hareketini 1 saat boyunca uyguladım.
1 saatin ardından ''hadi bakalım'' diyerek kucağımdan indirmeye çalıştığım kedi,
önce sol patisiyle sağ elime 2 çizik attı,
sonra da sol üst sivri dişiyle sağ elimin ortasına bir delik açtı.
çizikler ve delik çok derin değildiler.
ancak kritik bölgelerdeydiler.
bu yüzden sanırım bayağı bir kan aktı kendilerinden.
neyse konu benim sağlık durumum değil.
Onu bir şekilde yoluna koydum zaten.
ayrıca o da arkadaşım tıp fakültesi öğrencisi olduğundan pek bi çekincem de yok.

geçen hafta önüme çıkan tüm insanlara bir şey bahsetmiştim.
''alışkanlıklarını değiştirmeyi seven bir insan değilim'' diye.
ufak bir şey denedim hiç hoşuma gitmedi.
ben de ne mi yaptım?
vize sorunu yaşan mısır vatandaşı ilk sevgilimle kadıköy evlendime dairesinde sessizce evlendim.
artık evliyim mutluyum ne güzelim.
eve giderken bim'e uğrayıp yoğurt,le porta falan alan biriyim.
mutluyum,
hayattan bu kadarını beklemiştim çünkü.
bu kadarıyla hayattan hergün yeni bir şey bekliyorum.
aladdin'in cininden sonsuz dilek dilemesi gibi,
eğlenceli ve yaratıcı oluyor.
tepede de evde beni bekleyen kadının fotoğrafı var işte.

evlilik kısmı şaka,
kedisi gerçek.
canım sıkılmış benim.
aslında evl...

fotoğrafı da rastgele buldum.
kız da güzel değilmiş.

25.02.2010

geriye.


*trilyon dediğin zaman aklıma 3 geliyor.
içerisinde ''tri'' var diye herald.

*milyarlarca insanın hiç birisini bazen umursamıyor ya insan,
bence çok ayıp ediyor.

*milyon kelimesini bir de egeli minyon bir kızın sesinden dinlemeli insan.

*yüzlük basket attığınızı iddia ettiğiniz zaman basketboldan uzaklaştığınız andır.

*onlarca arkadaşımın avatarlarında benim çektiğim fotoğrafları kullanmaları sevindiriyor beni.

*bir tek bana ait bir özellik farkettiğimden inceden ''deli yerine korlar mı?'' diye düşünüp kendi kendime gülümsüyorum.

*''sıfır noktası'' diye de bir şey var galiba.
diğerlerinin bir şeyi yok ama sıfırın noktası var.

20.02.2010

1 kill, 1 insan


''aksine'' kelimesini seslendirmeyi sevdiğimi farkettiğim an bence çok süper bir an.
''akis ve ''aksetmek'' gibi kelimeleri de severim ancak ''aks'' kelimesini sevmiyorum.

bilgisayarın ne kadar iyi olursa olsun,
sen onu mouse olmadan da kullanmayı artistlik yaparcasına denersen,
'tab'a ,enter'a basa basa işi şova dökersen,
küser o bilgisayar.

kanadalı bir genç kızın başlattığı 'yersiz kravat takma modası' bitti,
iyi ki bitti.

'fotoğraf resmin tab ettirilmiş halidir.' diye bir iddia atayım mı ortaya?
atmayayım zira henüz ben de inanmadım.

aksi düşünülebilir ancak bence ''çalışmadım'' diyen ancak çalışan öğrenciler en çok üniversitede var.
öyle öyle üniversite kazanıyorlar.
hasbelkader spor.

bir vazo resmi bir de gayr-ı resmi ödevi veren resim hocası olsa ya..

anadolu lisesi,iyi güzel hoş da neden anadolu?
bir de bu okulların bir şehirde taş çatlasın 2 tane falan iyisi var.
gerisi kendini zaten ingiliceye,almancaya adamış yerler.
ecnebi lisanlarına karşıt değilim pek tabii
lakin, bizim lügatımız da beyhude değildir.

norah jones'u ilk duyduğumda isminden dolayı çok esmer bir kişi zannetmiştim.
bu arada hiç dikkat etmemişim: alicia keys,saçı topluyken baya güzelmiş.

hayatımdaki yegane folklör girişimim okul zoruyla olmuştu.
sonradan kişi fazlası çıkmıştı da ''ben çıkacağım'' demeyip de atılmaya çalışmıştım.
çekindiğimden falan değil.
çıkışım garantili olsun diyeydi bu çabam.
millet sağa dönerken sola dönmek ve işi çok önemseyen takım arkadaşlarınızın ''ne yapıyorsun?'' bakışları da tecrübe olarak kaldı.

kafamızla değil burnumuzla işaret ediyoruz bazı yönleri.

ingilizce'nin hasını ingilizler konuşuyor.
ancak medyadan öğrendiğimiz kadarıyla amerikalılar ingiliz duydular mı hemen ''aksanını beğendim'' tribine giriyorlar.
lan evladım, adam zaten ingiliz.
dil onun, tonlama onun, vurgu onun.
sen adamın dilini alıp kullanıp bir de kendine uyduruyorsun,
sonra diyorsun ki ''aksanını beğendim''
yok ya..

hayatımdaki ilk kopyayı da bedeneğtimi dersi sınavında çektim .
(yürü be oz, marjinal yaşamı geçmişle karıştırıp süper edebiyat yapacaksın.)
neyse işte bildiğiniz ''sağa dön sola dön''leri şaşırımamak için saat taktığım kolumu bir yöne sabitlemiştim.
ve evet o yıllarda saat takıyordum.
su altında 50 metre dayanıyormuş.
hiç inmedim.
insem zaten orada saate bakmam, ''su altı başka güzeldir.'' triplerine girip......

bazı insanlar saatler gibidir.
3 çeşit bazı insan vardır.

tam saat insanlar:
yerini yönünü tayin etmiş bi şekilde oynu bitirmiş insanlardır.
yerine göre sıkıcıdırlar.
eğlenilecekse eğlenirler o kadar.
ancak net eğlenirler.
hesabını kitabını süper şekilde yaptıkları hem ekonomik, hem de kaliteli eğlenceleri vardır.
müdavim kişilerdir.

çeyrek kala insanlar:
plan program aşamasındaki insanlardır.
süreleri giderek azalmaktadır.
yolda geçirecekleri süreyi abartıp hesaplarlar. bu yüzden eğlenceye en erken gelen insanlardır.
hayatlarında ki bu döneme ''neredeyse dönemi'' de denir.
istekli,ilgili ve heveslidirler.
saçlarıyla dikkat çekerler.

çeyrek geçe insanlar:
''bizden geçti bazı şeyler'' diye düşünen insanlardır.
erkek olanları,askerlikle,iş ve aşk ile öğütler vermeyi.. öğütler verirken de aşk ile ilgili dediklerini uygulamak üzere eğlence mekanındaki ''çeyrek kala kızlara'' yazılmayı severler.
ancak bu yazış esnasında ''çeyrek geçe erkeği'' dişiyi etkilemek için bir anda çeyrek kala erkeğine dönüşür.
ki zaten hemcinslerine aşk ile ilgili verdiği ve ''pompa'' diye özetlediği öğütler budur.
açık renk gömlek ve kot pantolonları severler.
bunların kız olanları hakkında pek genelleme yapılmaz ancak: uzun süreli ve aşırı çok ciddi çıktığı olan kızlardır bunlar.eğer yanlarında çıktıkları yoksa telaşlanmayın mutlaka gelecektir.
o gelemese dahi 2 cümleden birinde adı geçecektir.
o eleman orada yoktan var edilecek,
adeta küllerin içinden koşarak koşarak doğrulacaktır.

''çok renkli'' anlamına gelen ala kelimesinin a seslerine iki şapka atarsanız.''iyi, güzel, hoş'' anlamına gelir.

haber:
''Tekirdağ’da 15 yaşındaki öz kızına 7 yıl boyunca tecavüz etmek suçlamasıyla tutuklu yargılanan Muzaffer A., 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı'
4 duvar ne kadar kuvvetli bir şeymiş ki: devlet kontrolünde içerisinden 20 yıl çıkmayınca sapıklığa çözüm olunabiliyor.

kılın,kıçta çıkınca kerameti kaçıyor ancak kıçta bir gamze görünce akıllar gidiyor.

kızıl derili gibi saçını örmüş genç kızlar görüyorum.
yakıştırıyorum da.

evrak beklerken, makam bilgisayarı donuyor ya,
insanın canından can gidiyor.

geçengün fünikülere gene çok bağıran turistler bindi.
süper ingiliz tonunda bağırıyorlardı.
ancak bu turistler ingiliz olmak için oldukça esmerlerdi ki bir tanesi benim ve yanımdaki arkadaşı olan kızın
(aslında yanımdaki kızın)fotoğrafını çekerken kıbrıs türkçesi konuştu.
hayır,
bağrınırken ingilizce,
kendi aranda kıbrısca.
ne iş?

doğan çocuklara isimler
kız: salomanje
erkek :saloon

17.02.2010

Salak


aslım üşüdü geçen gün,
baktım astarım yırtılmış.
aslım astarım kalmamış.
ne zamandır aklımda bu kelime oyunlu etkileyici gibi cümleler.
kurmaya uygun fırsatım olmadı ben de buraya saldım gitti.

kumaş yırtılması sesini seviyorum ben.
atılacak kumaşları falan yırtarım hep.

okulum başladı.
online kayıt coşkusu tahmin ettiğim gibi iptal oldu ve kayıtlar form doldurularak elden teslim edildi.
o da yetmedi okul 1 hafta gayr-ı resmi tatil edildi.
tam bir devlet okulunda okuyorum.

3 dakkika bile sürmeyen dolu yağmurunun da gene bana denk gelmesi iğrenç oldu cidden.

dünya ne acayip?
üşenmeyip de düşünüp cümle falan kuruyoruz.

kekik-kimyon-kahve
bu kokuları severim .
burun dayarım kendilerine..
yarın birgün evlenirim
bu 3k'ya bir de karımı eklerim dörtleme olur.

sadece ekranda görebildiğimiz şey: ''üzerine fotoğraf yapıştırılmış dart tahtası.''

Antalyada yaşayan bir insan olarak Alanyaya hiç gitmedim.
Zerre de merak etmiyorum.
batı Antalya daha bi güzeldir bence

kahve dünyasının sarı mor yeşil logosu var.
bir de bir posta firmasının öyle sarı mor yeşil bir aracını gördüm.

tüm okula andımızı hiç okutmamış öğrenciler,
Birleşin !

mutlu güne davetiye,
mutsuz güne gazete ilanı.

gün geçmiyorki fotoğrafa ''resim'' denmesin.

Türkçesi:seni seviyorum.
fakat ingilicesinde ''love'' kelimesi geçiyor.

dişi kişilerin kocaman boğazlı kazakları düşündürür beni.

bence beyonce'un baldırları normal,kendisi ince.

bilinçli yahut biliçsiz, aklınıza girsem ne mutlu bana
alıntı falan yapın benden.
ne bileyim?
yapmayın ya aman...

adidasın şimdiki sahibi kimse artık,
sürekli üç nokta kullanan bir adam olmasın...

ortaokula ve liseye giden kızların kravat taktığını ilk farkettiğimde ne şaşırmıştım?

cevahir alışverişmerkezininin merdiveninde yine şemsiyemi düşürdüm şemsiyem katlarca kayarak aşşağı uçtu .
kimse zarar görmedi bu olaydan.

dünyanın yuvarlak olduğunu kabul ediyorsak
tilkinin dönüp dolaşacağı yer de: yine olduğu yerdir.

bence, birini salak yerine koymak için
bazen hakikatten salak olmak gerekir.
salaklık bazen o kadar zor bir rol.

salaklık dediğim zaman da aklıma salatalık geldi.
sanki başka bir işe yaramıyormuş gibi ''salatalık''

''ayakkabılık'' var bir de

''bitim kadar sevmiyorum'' çok komik bir laf.
birini sevmediğini belirtmek için biti sahiplenip sevmek hatta bu uğurda bitlenmek çok garip.
sevme bitsin gitsin işte.
(bitsin.)

çizim bana aittir.

13.02.2010

''i'm, ave... wait for it... some''


arkadaşım Ömer'in annesinin keyti periy hakkında ''renkli gözlü, bize gelmez'' demesi.
haftanın demesi oldu galiba.

ganimet dedinmiydi,
akla büyük büyük değerler geliyor.
halbuki fakir fukara bir ülkeyi de fethetmiş olabiliriz.

istanbulda kabataştan zeytinburnuna giden tramvay,
durakta durmasının ardından tekrar harekete başlarken björk şarkılaraına yakışır bir ses çıkartıyor.

poposu çok büyük kız gördük Antalyada.
ama cidden büyük.
öyle böyle değil.

kafelerde gezerek takılan müşterileri sevmiyorum.
bazen onlardan olabiliyorum.
ama sevmiyorum.

sanıyorum bu sene sevgililer günümü bir tek mazzy star adlı topluluğun facebook sayfası kutlamış olacak.
üzerine sorgu yapılıp da marjinallik elde etmeye çalışılacak bir şey değil bu.

doğumgünlerinde ilginç hediye alma yarışı olmasın.
bir kahve fincanına razı olsun gönüller.
bol bol içilsin.

komedyen Alpay Erdem ''hasta ruh'' adlı gösterisiyle 13 şubat cumartesi saat:20-30'da Antalya Badem Altında.
Alpay Erdeme ayrı,
Antalyaya ayrı,
Bademaltına da apayrı seviniyorum.

Bademaltı candır.
dün organizasyon ile ilgili bilgi almaya girdiğimde yine mahmut abiyle sıfırdan samimi oluyorduk ki içeri girince arkadaşım Yusuf'un kardeşi olmasıyla tanıdığım Kübrayı gördüm.
hazır samimi olduğum biri varken biraz onunla ilgilendim.

dün başıma bu da geldi
4 sap bir kafede çaylar eşliğinde oturup da 4 saptan beklenmeyecek entellektüel seviyelerde sohpet ederken, yanımıza neredeyse güzel kızlarında aralarında barındığı 5-6 kişilik bir kız topluluğu geldi.
(ne kadar yakışıklı biri olduğumu bilenler, şimdilik buna şaşırmamıştır tabii)
neyse kızlardan esmerce olanının elinde bir el kamerası olması,
ben ve ekibimi biraz şaşırttı.
ardından kız mazuratını izah ettmek suretiyle bizden şöyle bir yardım dileğinde bulundu:
birbirleriyle sevgili olan iki arkadaşları için küçük bir çekim yapıyorlarmış
(ne tatlı değil mi?-değil)
ve birimizden ''aykan esrayı seviyor'' dememizi rica ettiler.
tırt işlerin süper kahramanı olduğumdan dolayı ihale bana kaldı
ve ben dün akşamüzeri saatlerinde tanımadığım kızların el kamerasına ''aykan esrayı seviyor'' dedim.
kızlardan bir tanesi diğerlerinden daha zekiymiş ki arkalarını dönüp giderken, yıllar sonra da yüzümü görüp tanımak için, son bir bakış attı.
bunu da taktir ettim.
neyse, modern bir insan olduğum yahut öyle görünmeye çalıştığım için yaptığım eylemi önce biraz düşünsem de sonraları çok takmadım.
ancak 2 gündür düşünüyorum da ''aykan'' ne ya?
tongaya mı geldi acaba (tonga?)

dün uyduruğum teori:
bir başka canlının kendisiyle ilgilendiğini farkeden insan,diğer herkesin kendisine baktığını düşünür.
sahne teorisi diyelim bu teoriye.
peşine köpek takılmış bir kızı kendi kendine gülerken görünce geldi aklıma.

yağmurda ıslanmamak için koşan insanlar, özellikle de güzel olmayan kızlar,
lütfen bu hayati eylemi yaparken eblek eblek sırıtmasınlar.
çünkü en güzel kızı bile berbat duruma düşürebilecek bu vaziyet.
çok daha kötü potansiyellerin eline geçebiliyor.

Antalyada organizasyon 15tl olur, ötesi yalan olur.
ha olimposa kayar organizasyon, 30tl olur.
tadından yenmez.
tadı damakta kalır.
ah olimpos.

ay, romantik bir gezegen değildir.
öyle hissetmenizi sağlayan bilimsel sebepler vardır.
yoksa elin adamının ayak bastığı bir yer, romantik olmaz bence.

bizde ''e'' sesi var
ingilizler ''i'' diyor
fransızlar ''ö''

1 ile 7,
0 ile 8,
6 ile 9,
5 ile 2
Kuzenmişler.
eder gibi yapsalar dahi,
aralarına kimseyi kabul etmemişler.

şu hayatta ardından en pis kaldığım anlar sıralamasında ilk 10'a giren soru
''hititçe hangi dile benziyor?''
yığıldım,
bildiğin yığıldım.

bu arada soruyu soran ve alanım ile ilgili umut ve ilgi dolu konuşmalar yapan Şule isimli ankara üniversitesi arkeoloji bölümü öğrencisine de katkılarından dolayı teşekkürler.

gün geçmiyor ki,
bir gün daha geçmesin.

sistem of e davn coşkusu vardı o ne oldu o?
hani daron malakyan nerede?

şebnem ferah,''yalnız'' adlı şarkısında ''kimse böyle yalnız olmasın'' diyerek mesaj vermenin en açığını yapıyor.

doğan çocuklara isimler
kız:klavye
erkek:kavalye

fotoğraftaki Mori:
roll dergisi tarafından 2009'un en iyi albümünü yaptığı söylenen Yasemin Mori

10.02.2010

bir de-1-D


haşmetli kuzenim Anıl, bir keresinde aklına takılan tiyatral bir soru olan ''bir insan bilinçsizce arkadaşının dizine falan elini koyunca ne zaman çekiyor?'' sorusunu sormuştu.
sorunun cevabı değil aklına böyle sorulan gelebilen kişilerin etrafınızda olması güven verici bir duygu olsa gerek.
ne bileyim?
''sokaka çıkakta karılara bakak'' olsa daha mı iyiydi?
ha icabında sokağa da çıkıyoruz,güzel kızlar da görüyoruz.
o başka.

insanın düğününde ayyuka çalsa da ben de davetli olsam ya.
bir de lise çıkışından gelmiş gibi görünen saplar masasına oturmasam.

en büyük korkum medyanın bana ''seni unutmayacağız'' demesi.

belli bir yaşı aşmış genç kızların hemen edindiği, vintage clothing sevdası ikinci bir emre kadar yasaklanmış.

birinci emre benim.
ikinci bir emreyi de tanımıyorum.

peki ya bir dönem adını duymadan günümüzün geçmediği cem'in esmer travestilerle fotoğraf çektirmesi.
hayır istediğini yapar onun keyfidir de.
ben hergün bu ismi duymak istemiyordum.
şimdi de istemiyorum.

bir vitrinde ''bihter'in parfümü geldi'' yazıyor.
kokulu t.v çıkmış demek.

rockbull,benim için gizibahçe'nin oradaki yerdir.
ha bir de 20lira fazla para üstü veren müşterinin ardından koşan cengaver elamanları olan bir yerdir.

eskiden şişe aracılığı ile bir şeyi içmek ayıp kabuledilirken bugün binlerce şişeden bişeyler diken genç fotoğrafı çeşitli kaynaklarda görünüyor.
benim konu hakkındaki değerli yorumum ise:
''cam şişeyse içilir ya..''

internet kullanmayan, internetten önceki jenarasyon sanırım fatih ürek'in poposunu bilgisayara bağlı bir kameraya açıp msn üzerinden göstermesini pek bilemeyecek.
bir de aynı görselde fatih ürek'in msn'de sürekli smile kullanarak yazışması durumu var.

''kutu kutu pense'' nedir?
elması kıymetli hırdavatçının tekerlemesi.

virgül:noktanın kafa atarkenki hali gibi.

nerede bir 'elektronik gitar' diyen duyarım,oturur biraz düşünürüm.
hele de 'elektrikli gitar'...of ki ne of?
bunların son noktası 'elektrikli bas gitar' tabiri olsa gerek.

misafirlikte uykuya dalan çocuk görmeyeli baya oldu.

hani insan üzerine dökülen bir sıvıyı cürümü kadar olan bir bölgeyi taşırmadan üzerinden almaya çalışıyor ya.
işte o insanın özgüveni hızla yere düşüyor.
bir de hem yaraya hem lekeye tuz basmak var.

9 şubattaki geniş aile dizisinde
koyubilal'in kendi yaptırdığı mezar taşında ''sınıfı:3-B yazıyordu''

yanma olayının bir sürü yan olayı varken (ışık,enerji vb.)
donma olayının böyle artistlik bir olayı yok.
bi dakika,
belki de...

yurdumuzda ''patron kim'' adıyla gösterilen dizinin bir kaç video görüntüsünü bulmak için adını facebook'a yazınca çekik gözlü bir abimizin adının da ''patron kim'' olduğunu öğrendim.

''in''ler ve ''out''larla dolu bir dönemi de geride bıraktık.

eski galatasaraylı futbolcuların ''gs bir gün elbet fb'yi yenecek'' temalı konuşmaları üzüyordur bence sarı kırmızılı taraftarları.

bence bir tv programının başarısının bir bölümü de en yakın okul gününde öğrencilerin konuştuğu konu olabilmesiyle ölçülür.

doğan çocuklara isim önerileri
erkek:tekteker
kız:bicycle

tepedeki su kaplumbağasına benzettiğim çizim bana,
Enrique Iglesias - Somebody Me adlı şarkı tavsiyesi de arkadşım kübra'ya aittir.

neyse bitti-gitti.

8.02.2010

yaşlı doğan.


mutfağa girdim,
mutfakta o
ve yemek kokuları vardı.
o, bir eliyle diğer elini iyice bastırıyordu,
(acıyan organa baskı uygulamak siyaset tarihinde de sık görülmüş bir davranıştır.)
üzerinde el örgüsü bir yelek,
altında penye bir pijama vardı.
kendi kendine nefret temalı bir şekilde söyleniyordu.
beni görünce bikaç saniye bana baktı.
sonra ben yokmuşum gibi yaptıklarına devam etti.
ona ''bir yerin acıdığında bağırıp,ağlayabilecek bir yaştasın'' dedim.
''olur bilmem?'' diye cevap verdi.
şaka maksadıyla kızmış gibi üzerine yürüdüm.
zerre çekinmedi.
düşürdüğü bakışlarıyla bana bakmaya devam etti.
el kadar çocuk, 'süper cool' yapmıştı bana.
ben bunları düşünürken
o da bir şeyler düşünmeye başlamıştı.
tepesinin hiç yatmadığı saçlarını kaşımasından anladım.
''bağırsana be çocuk'' dedim.
''tamam'' dedi ve avazı çıktığı kadar bağırdı.
içeriden koşup gelen annesiydi,
önce elini üfledi.
(bu üflemeler daha sonra da oğlunun kötü bir alışkanlığı olacaktı.)
sonra eline buz tutumak ile başlayan çeşitli yanık tedavileri uygulandı.
tedavi esnasında çocuk,elini kaynayan çorba tenceresine daldırdığı olayı ''anne çoobapilav'' diye iki kelimeyle anlatmaya çalıştı.
(iki kelimeyle birşeyler anlatmaya çalışmak çocuğun ileriki yıllarda alışkanlığı olacaktı)
çocuk tedavi edilirken beni işaret ederek ''bu gitsin'' dedi.
annesi etrafa bakındı,etrafta kimse yoktu.
bu bendim.
sabah annem ile türk kahvesi içip bişeyler konuşuyorduk.
annem ''sen zaten yaşlı doğdun'' dedi.
boş kahve fincanımı aldım,kalktım,
mutfağa girdim,
mutfakta o
ve yemek kokuları vardı.
o,bir eliyle diğer elini iyice bastırıyordu,

fotoğraftaki: benim küçük halim.
fotoğraf: bana adını veren dedem tarafından çekilmiş dijital düzenlemesi şahsım tarafından yapılmıştır.

7.02.2010

harekete duyarlı değil


insanların çeşitli duyguları öne çıkabiliyor.
kiminin merhameti pek kuvvetliyken,
kiminin aşkı şukela seviyelerde gezinebiliyor.
bazılarımızın ise nefret duygusu sağlamdır mesela.
sosyal yaşamımızdan dolayı bu güçlü duygumuzu kullanamadığımız durumlar oluşuyor.
ve dengesiz duygusal dururmuzu bir dengeye oturtumak icap ediyor.
işte o dengeyi kurmaya çalışan insan elindeki 8-10 market poşetini yere bırakmadan evinin kapısını anahtarla açmaya çalışan insan gibi oluyor.
yalnız,çaresiz ve aparmanın ışığı harekete duyarlı değilse karanlıkta kalıyor.
daha ne biçim abartıp da salya sümük edebiyatından kelimeler seçerdim bu yalandan benzetmelerimle de..
gerek yok.

sevgilisiyle mesaj ile tartışan insanlar türedi.

pazar sabahı yaşanan alışveriş merasimini bir yandan severken bir yandan sevmiyorum
sevmiyorum çünkü:sabah saatlerine denk geliyor.
seviyorum çünkü:kimse olmuyor ama kimse olacak biliyorum.
bir de yolda gazeteye bakınarak eve gelmek var.

gözden ırak kaldık.
sana hiç iyi,hiç de kötü haberim var.
uzun zaman oldu görüşmeyeli.
''ee''lemelerle dolacaksa sohbetlerimiz,
sen de venn şemasına dahillerdensindir.
ben zaman zaman sinirle onu,
kendini bilmezlikle itham etsem de,
klişeden geri kalmayıp yazacağım buraya:
o kendini biliyor.

televizyon karakterleri evde onları izleyen insanların dedikodu ihtiyacını karşılıyor.
alınıp gücenmedikleri için de sorun olmuyor.
mesela ben lilly adlı ''hav ay met yor madır'' dizisi karakteri hakkında sürekli atıp tutuyorum.

Radiohead'ın bir şarkı sözüne gönderme yapayım
''there are too many colours in my head.''
şarkının adı:'Everything In Its Right Place'

3 boyutlu olarak hazırlanmış görüntüleri, 3 boyutlu gösteren o gözlüklerden takan kimseyi görmek istemiyorum.
bence çok kötü bir görüntü o.

eşinizi-sevdiceğinizi çocuk fikrinden vazgeçirmek için pazar günleri şehir merkezlerine gidin
korkunç seviyede huysuz,yaramaz,tatsız,tuzsuz velet geziniyor ortalıkta.

yapılabilinecek en büyük 2 kötülük:
1:uyuyan insanın uyuduğu odasının kapısının ve penceresinin sonuna kadar açılması akabinde de uyuyan insanın üzerindeki bataniye,yorgan,vs'nin bir anda sökülüp atılması.
2:kişinin gözünden gözlüğü,cebinden sigara paketinin alınması.

Fakce Plastic Shoes diye bir müzikal topluluk kurma projem vardı anca ismini Radiohead'ın 'Fake Plastic Trees' adlı şarkısından esinledniğimi şimdi farkedince vazgeçtim.

çiğdem diye bir arkadaşımdan kendisine mektup göndermek için ev adresini istedim.
sanırım mektup olayını şaka sandı, zira: vermedi adresi.

dünya üzerinde,
dahi anlamındaki de'yi ayrı yazmak
ne mesele yapıldı arkadaş.

şarkıcı pink'e kısa saç hiç olmuyor bence.
'ben ortaokuldan beri metal dinliyorum' diyen ortaokullu gibi oluyor.

sadece samimi kişilerin arasında kullanılabilinen bir kelimemiz var: ''mahsuscuktan''

şubat ayının da, bu ayda doğanlarında yeri bir başka olabiliyor kişi hayatında.

bence insan'ın büyümesi yapması gerektiklerini yapmasıyla olmaz.
yapması gerektiklerine kendine uydurmasıyla olur.

yeni bir karakter üzerinde çalışıyorum.
karakter dediğime bakmayın biraz karaktersiz birisi.
çalışıyorum dediğime de bakmayın aklıma yazıyorum.
biraz kadın figürana ihtiyaç duyulacak senaryotik işler.
eğer rezervuarköpeklerini çekmiyorsanız çok sapla film çekilmez.
kokar bi kere orası.

kişi ölürken hayatının gözönünden geçtiği söyleniyor ya
on-line arkadaşlar da bir kenarda çıksa ya.

eskiden konuştuklarımı buraya yazardım.
şimdileri buraya yazdıklarımı konuşuyorum.
tabii buradan ibaret değil konuştuklarım da
kronolojik açıklayayım dedim.

knorr domatesli makarna sosu karışımı gayet leziz oluyor.

halen arby's yemedim.
aldı beni bir düşünce

arkadaşım Kajin ile beraber diesel mağzalarında satılan ve lee cooper tarafından üretilen the beatles tişörtlerini antalya deepo outlet center'da diesel mağazasında gördük.
aklım gitti bi kaç saniyeliğine.
Kajin diye arkadaşım var,evet.
iran prensesinden geliyormuş adı.

kanal d, geniş aile dizisinin dwd'sini çıkartıyormuş.

sinem saniye diye şarkıcı bi kız vardı.
soyadı düşündürenlerden.

alışveriş merkezinde hiç bilmediğiniz ama güzel şarkıya denk gelmek ,
cafe barda hiç bilmediğiniz ama güzel şarkıya denk gelmeyi ,
döver.

antalyada şu an hava ''güzel'' değil.
dağa kar yağarken turistler denize falan girmiyor.
kapalı bir hava var.
damdan atlayıp ölsen kanın akdenize karışır.
cesedin morarmaz
inceden bir yağmur var.
dün ne güzeldi halbuki?
ingiliz diyarındaki arkadaşım duygu,
bilsin bunu.

çok temiz,ak pak, güzel pijamalı kızdan,
en az diksiyonu çok dügün bir kızdan çekindiğim kadar.
çekinirim.

doğan çocuklara isimler.
kız:bateri
erkek:batarya

gündelik şarkı tavsiyesi
Adele-Melt my heart to stone
(akustik ve canlı kayıt olursa dadından yinmez!)

fotoğraf bana ait.
köpek ise pontos.

3.02.2010

belirsiz merdiven 6


uzun yakası olan gömlekler aradım da bulamadım.
bulabilsem iyiydi.

düğün dernek gibi kadın kişilerin ''şık'' ve sırtı açık giyindiği ortamlar yaz günlerine denk gelirse
sıcaktan bunalan hemcimslerime ''şık'' giyinmiş genç kızın soğuk ve simli sırtını tavsiye ederim.

sevgili okur,
iddia ediyorum:
dünyanın en büyük midye dolmasını yedim!
(sormadan mardinli olduğunu bildiğimiz) midyeci ''sana 1 lira abi'' dedi.
ben de ona ''normalde ne kadar?'' dedim.
midyeci ''bibuçuk ağbi'' dedi.
midyenin başında midye ile ilgilenen başka kızlar görünce atik davrandım ve midyeyi yedim.
edebimle yedim tabii öyle işi artistliğe dökmedim.
geri dönüp midyeciye ''niye bana indirim yaptın lan? bak bu konuyu konuşabiliriz'' diyesim var.

ayşen gruda ve şener şen'in oynadığı karakterlerin aşk ilişkileri şimdiki tırt jön(?)lerin oynamaya çalıştığı rollere bin basar bence.

yukarıda filmden alınmış bir karesini gördüğünüz Gülen gözler filmindeki Vehici karakteri de bir ayrı güzeldir.

dünya tarihinde lezbiyen barı dışındaki bir barda kız enflasyonuna denk geldim.
hemen özlü söz geldi aklıma ''çok kadın hiç kadındır.''
gerçi bardaki güzel kız sayısını 1(bir) olarak tespit ettiğim düşünülürse......

hürriyet'in kelebek eki 'kaan tangöze-seçkin piriler' aşkını pek seviyor bence.
zira her fırsatta dillendiriyor.

geçen haftalarda hititçe hariç çok yabancı dil kullanarak rumuz yazmayı yasaklamıştım.
şimdi saldım gitti.

bence mutluluğun en enterasanı hiç beklemediğimiz anda dolmuşta yanımıza oturan güzel kızdır.
bir de o kız hep kısa mesafe gider.

kış mevsimi: ajda bardaktaki çayı avuç içinde tutarak içmektir.
bu çay-kahve konusunda enteresan tercihlere ihtiyacım var galiba.
zira çay ve kahve benim için normalde bir kaç demlik üst üste içebildiğim şeyler olduğundan bir kafe ortamında alkolsüz enteresan bişeyler bulmak durumundayım.
gerçi buraya büyük bir mesele gibi yazdım ama garson gelince ''çaai'' diyorum çay geliyor böyle yani.
geçen gün melda duble türk kahvesi içmişti o konuda konuşacaktım kendisiyle unutuldu gidildi bak..

2010'dan tek isteğim: yurdum insanlarınca saz ve bağlama arasındaki içlem-kaplam ilişkisi farkedilsin.

berna laçin iyidir yahu.

yolda arkadaş görmek Antalya'nın şanındandır.
geldim gördüm ve benzeri..

çiçekli mani
çiçek dalında,
sivilce alında,
gavur ismidir,
maria ve linda.

yağmadan gelen ''kar soğuğu'' beterdir kardan.
ne kardan adam yapabilirisiniz
ne de bişey anlarsınız kardan.

kıç çatalı yıllardır hayatımızın garipsenmesi giderek azalan bir parçası oldu.
hav ay met yor madır adlı dizinin birinci sezonunda lilly, gelinlik bakarken robinin ki de görünüyor.
görünmese iyiydi ama görünüyor.
ha robin alttan çıtçıtlı şeylerden mi giysin? derseniz
yok biz onun çatal bıçak setine razıyız.

bakteri çok komik bir kelimeyken kimse bakteri konusunda ciddileşemeyebilir.

peki ya efsane hayal karakteri samim saka'nın mirkelema azıcık benzmesi.

şimdi ingilizcede ''i feel myself'' diye cümle var.
Türkçesi aynı havayı vermiyor galiba.
mesela ''Gönül'' kelimesi de dünya üzerindeki tüm dilleri türkçeden üstün kılabilir.
''Gö'' sesi ile başlayan diğer sözcüklerimiz için aynı şeyi biraz gaza getirirseniz söylerim.

kola diye bişey var sorgulamadan içiyoruz ha.
kola ne lan?
ya kolayı, ne üdüğü belirsiz merdiven altı şekerlerini eritip yapıyorlarsa?
ya kolayı, açtıktan 30 dakika sonra bozulan ve sadece ilköğretim okullarının önlerinde satılan ucuz cips artıklarından üretiyorlarsa.

yeni takıntım sakız ve ciklet kelimelerinin içlem ve kaplamının karışması.
sakız:ciklete kahveye falan koyulabilinen hoş bir aromadır.
ciklet:bir tür macundur,artık şekerli olur sakızlı olur meyveli olur,naneli olur..

meclisimizdeki koltuklarımız turuncu.
belki bilmeyen vardır.

şarkı tavsiyesi olarak da 'simianmobiledisco' diye bir topluluğun şarkısınu vericektim de unuttum adını.
neyse artık bitirdim burada.

1.02.2010

3 Büyüklü Şiir


sen, sahalarımızda aradığımız güzelliklerken,
ben, beşiktaşın çirkin savunma oyuncusu ihtiyacıydım.
sen, milli takım için bir fatih terimken,
ben, 40 yılldır milli takımın kalesini koruyan fenerbahçeydim.

sen, yurtdışından transfer edilmiş yıldız futbolcuyken,
ben, ligimizin düşük bütçeli takımlarında yıldızı parlayıp da istanbula gelmiş yabancı oyuncusuydum.
sen, kavgadövüş maç kazanan george hagi'yken,
ben, hakemi alkışlayıp da oyundan atılan bülent korkmazdım.

sen, turnuvalarda çoşan,bütünleşen milli takımımız gibiyken,
ben, 2010 afrika kupasına gidemeyen milli takımımızdım.
sen, uzun saçlı ve modern futbolcuyken
ben, türk futbolunun bıyıklı futbolcu ihtiyacıydım.

sen, tuncaydın,
ben, rıdvandım.
sen, goldün,
ben, gol olurdum.

sen, 4 sene peşinsıra şampiyon olan galatasarayrdın,
ben,100.yılında kupayı fenerbahçeye kaptıran galatasaraydım.
sen,uefa finaline klasik formasıyla çıkmayan galatasaraydın,
ben,damalı forması aklına gelmiş beşiktaştım.

sen,tek golüyle derbi kazandıran kezmanken,
ben,kırmızı karttan sonra yüzü kızaran kezmandım.
sen, kadıköyde gelen şampiyonlukken,
ben,denizlide kaçan kupaydım.

sen,yoktun ben,vardım
sen, goldün ve eğer istersen ben de, gol olurdum.

imza:Oz
Not: gerçek kişi kurum yahut kuruluşlara yazılmamıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...