20.10.2012

...Çok Güzelsin




Size elimden ve dilimden geldiğince Taksim metro çıkışını betimlemeye çalışacağım,
Takim metro çıkışı (tabii ki taksim meydanı çıkışından bahsediyoruz.) uzun ve meşakatli yolların sonunda çeşitli teknolojik yolları (yürüyen yol var.) ve nice kalabalıkları aşarak vardığımız bir noktadır ve galiba bu sebeptendir ki oradan çıkanların aklında bir resim olarak yer almaktadır.
az önceki cümlemde belirttiğim ve bilhare belertmek istediğim bu nice kalabalıkların en niceleri  17:00 ile 18:30 saatlari arası karşılaşabileceğiniz türüdür. İşte bu kalabalık ve kalabalığın temposu ile birlikte çıkmaya çalıştığınız metro yolunda size bir de füniküler yolcuları katılırsa o zaman titanların savaşı başlar.
zor ulaştığınız metro çıkışında son merdivende inenler ve çıkanlar olarak yer alırsınız,
genelde herkesin acelesi vardır yani tempo yüksek seviyede ilerler.

Aydınlık kısmının büyük bir bölümünü uyayarak geçirdiğim günlerden birinin daha galiba sonuna gelmekteydik.
Az önce anlattığım gibi bir taksim metrosu maceramı bitirmiş; meydandan çıkmak üzereydim.
İstanbuda çok fazla yakın ve yüksek bina vardır, insana bazen pek gökyüzü pek gözükmüyor fakat taksim meydanı çıkışından o an güzel gözüküyordu ve çıkarken seyrettim.
az önce günün ''galiba sonuna gelmekteydik'' yazdım ya, o an anladım ki tam da o dakikalarda günün sonuna gelmekteymişiz, yahut gelmekteymişim, bilemiyorum.
gökyüzü güzeldi,
mavinin son demi laciverte yer açıyordı,
güneş varlığını bir bulut uçağının izine şeftali rengini bırakarak gösteriyordu,
zamanında belediye başkanlığı yapmış uzak bir akrabam anlatmıştı, ''Gurup Havası'' mı ne deniyormuş bu akşam kızıllığına, Ahmet Haşim Şiirinde geçiyormuş galiba merak eden araştırsın.

Ben az evvel bahsettiğim kendimce romantik fikirlerle İstiklal Caddesinden aşşağı doğru yürüşüme başladım,
yolumu benden hafifçe kısa bir şey kesti sonraki saniyelerde onun dergi-gazete satan yarı sivil toplum örgütü yarı insan olan kızlardan biri olduğunu anladım ki sonraki saniyelerde de kızın çok güzel olduğunu farkettim.
Dikkatli okurlarım farketmişlerdir benim taksim civarında gördüğüm bu dergi-gazete satan, yarı sivil toplum örgütü yarı insan olan kızlar zaten hali hazırda güzel kızlardan "seçilmiş" oluyor ve ben bu duruma kıl oluyorum,
fakat bu sefer başkaydı normalde çok hızla geri çevirebildiğim teklifi bu sefer dinliyordum,
aslında dinlemiyordum da sadece karışmdaki esmer güzeli kızın dudaklarının kıvrımlarına bakıyordum konuşması bitip ses kesilince aniden ayıldım ve kızın sattığı dergiyi almamı bekleyen "kara boncuk" diye tabir ettiğimiz gözlerine "sen çok güzelsin" diyebildim.

Şaşırdı ama çok da şaşırmadı binlerce insanın geçtiği bir caddede onun güzelliğini farkeden yahut farketmese de ona iltifat ile asılan ilk kişi olmadığımı o da, ben de iyi biliyorduk gerçi o benim bildiğimi muhtemelen bilmiyordu, bu yüzden bir fark yaratmalyım diye düşündüm ve kızın yeni bir konuşmaya başlamak için aldığı nefesini keserek kendi cümlelerime başladım.
"bak" dedim,
"sen" dedim,
"bir gün bu işleri saçma bulup gülerek hatırlayan 30larında çok güzel bir kadın olduğunda, ben senin yanında pazar gazetemi okuyor ve magazin ekini sana bırakmış olmak istiyorum" dedim.

bir kaç saniye durdu, sonra sustu, sonra gülümsedi "hah" diyerek gözlerini kapadı,  "bugün çok yoruldum" der gibi sıkıca kapadı gözlerini yahut bana öyle geldi.
sattığı dergiden, faydalarından, inandığı değerlerden bahsetti.
sözü bittiğinde garip bir uyuşukluk vardı üzerimde, konuşmasından sonra filmlerde görebileceğimiz bir es verip: ''ve sen hala çok güzelsin'' dedim.
oflayarak uzaklaştı kalabalığa inatla ve itina ile karışmayışını seyrettim biraz,
sonra ben de oflayarak yoluma devam ettim.

sonraki gün inceden yağmur atıştırıyordu,
gene aynı saatlerde karşılaştık,
güldüm o da güldü,
yanıma geldi,
dergiyi anlatır gibi yaptı,
hemen uyum sağlayıp dinliyormuş gibi yaptım,
kulağıma iyice yaklaştı,heyecanlandım,
"aynı gazeteden iki tane alırsan biribirimize de zaman kalır" dedi.
"paylaşmayı seviyorum" diye cevap verdim.
"ben de seviyorum paylaşmayı, sadece iki insanın bir gazeteyi değil de biribirlerini paylaşmaları daha iyi olur diye düşünmüştüm" dedi ve bu sefer o benim cevabımı kesti (aslında iyi de oldu galiba fena saçmalayacaktım)
"sen sürekli yarını düşünmekten bugünden yarına hiç bir şey taşıyamayacaksın." dedi.
kaybetmeyi kabullenmiş bir ifadeyle "yarında bir gün karşılaşalım o zaman" dedim,
"olur" dedi.

şakı tavsiyesi: Flört - Sen Hala Çok Güzelsin

17.10.2012

Hatıralarıma Artistlik Yapmıştı



İstanbul, geç kalmak istemediğiniz bir yere ya geç kaldığınız yahut da çok erken gittiğiniz bir şehir.
Bir çarşamba günü, salı günü geç kalmış olmanın verdiği bilinçle ortaköydeki kursa geç kalmamak için çok erken gitmiştim yada gitmişim işte bilemiyorum.
vakit geçirmek için hemen ortaköydeki camii'nin arkasında kalan güzel seyirlik alana gittim banklara baktım,
Ortaköy,çocukken istanbula annemle geldiğimde gezdiğim ve anısını dün gibi hatırladığım bir yer (wendy's'e gidip Beyazıt Öztürk'ü görmüştük çizburger istemişti). Annemle bir banka oturmuştuk, aynı bank mıdır? Bilemem ama halen tam orada bir bank duruyordu,
banka baktım iki kişi oturuyordu
zaten o bankı bir kere boş bulabilmiştim o da bambaşka bir hikayedir..
 neyse bankları süzmeye devam ettim, bana en yakın bankta yaşlı bir hanımefendi oturuyordu, normalde o banka oturulur ama oturmadım... oturmak istemedim, otursam ''anlat bakalım genç adam'' diye başlayan senaryosal bir diyalog yaşayacakmışız gibi geldi,
aslında severim öyle şeyleri de o an istemedim işte.

Ortaköyü bilenler bilir bankların arkasında da ağaçların etrafında yuvarlak nizamda oturulacak yerler vardır, oraya oturdum yüzümü denize döndüm ve içimden ''bu ne lan'' dedim.
''deniz var, karşıda gene şehir var; hani bunu uçsuz bucaksız özgürlüğü..'' diye de devam ettim.
sesli de konuşurdum da yanımda yaşlı bir beyefendi vardı beni deli sanabiliridi.
o sırada küçücük bir kız çocuğu belirdi, elinde şu ucu küçük tekerlekli bastonsu oyuncaklardan vardı, çocuğa gülümsedim o da bana bir gülümsedi sonra gülümsemeyi bıraktı ve elini havaya kaldırdı annesi yetişti elinden tuttu,
ulan ''bıngacık'' çocuk annem yanımda diye hatıralarıma artistlik yapmıştı ama çocuk sonuçta diye çok umursamadım,
o esnada yaşlı beyefendi yavaşça doğruldu,
ayağa kalktı ama bunu o kadar yavaş yaptı ki kelimelerle ifade etmem çok zor..
beyefendiyi gözümle takip ettim, gitti yaşlı hanımefendinin yanına oturdu. ''vay babey, vaylar babey'' diye şaşırdım,
demek o yaşlı beyefendi benim yaşlılığımmış dedim,
fotoğraflarda filmlerde falan arkadan çekilmiş banka oturan insanların görüntüsünü çok severim.
bir süre yaşlı çiftimizi izledim, kadın bir şeyler anlattı adam arada onayladı arada bir şeyler ekledi; güzel güzel konuştular.
bir ara çiftimizin önüne orta yaşlı bir çift geldi benim bakış açıma göre de genç çiftin kadın ve adamı yaşlı çiftin kadın ve adamı ile aynı hizaya denk geldi ve o an kaderim değişti de sanki geleceğimden ortaköyde oturduğum o anlar silindi ve başka bir şuandaki yaşlı adamın gençliğini yaşıyormuş gibi hissettim.
Bu hissimi de sizlerle paylaşmak istedim.

durumun fotoğrafını da çekmeye çalıştım da güzel olmadı galiba.

şarkı tavsiyesi: Lana del Rey - Video Games (Live At The Premises)

2.10.2012

Son Eylül Akşamı


dinleyerek okuyabilenler için: Pilli Bebek - Eylül Akşamı

Uyandım, daha doğrusu uyanmışım, bazen öyle uyanıyorum ben..
Sami uyanıktı biraz da kıpırkıpırdı ''Esinden (pastane) bi'şey istiyor musun? diye sordu,
'yok' dedim.
kahve içip internete baktım,
Sami geldi,
kendine poğaça almış ''seni düşünerek sigara böreği de aldım'' dedi,
'nasıl beni düşünerek?' diyecektim, gereksiz gerginlik olur diye sadece 'teşekkür ederim Samiciğim birazdan yerim herhalde' dedim.

Sami'nin sevdiceği olacak bi' seveceği var, yakışıyor gibiler de ne bileyim, görüşeceklermiş,
poğaçasını hüplettikten sonra gitti Sami,
Anılın kedisi Parlay, savunmasız kalan Sigara Böreğime dadandı,
bir kedi nasıl ses ile çağırılır biliyorum
ama bir kedi nasıl bir ses ile kovulur bilmediğimden 'gel pisi pisi'nin kendimce tersine çevrilmiş bir yorumu olan 'git isip isip' demeliyim diye düşündüm,
gereksiz gerginlik olur diye sadece 'kışt mışt' diyerek öteledim hayvanı,
aç hissedince de sigara böreğimi yemeğe başladım.
bir süre sonra Anıl da uyandı kaç sabahtır çok mutsuz sinirli uyanıyordu,
bu sabah sakin ama mutlu gibiydi, iş buldu herhalde ondan diye düşündüm ve düşüncelerimi kendime saklayıp 'Günaydınssslarrs' gibi şakalı bir mesaj verdim, aynen cevap aldım.

telefonum çaldı çiğdem arıyordu sesinde herzamanki neşe yoktu, mutsuz da değildi galiba yorgundu.
''Taksimde buluşalım mı?'' dedi,
'olur' dedim,
''1 saate gelirim'' dedi
'tamam' dedim.
Anıla durumu anlattım, 'istersen sen de gel' dedim,
''napçağnız'' dedi,
 bi'yere oturur bi'şeyler içeriz dedim..
cevap vermedi..
benim çıkmama yakın üzerini değiştirdi, Parlay'a mamasını verdi, kıtır kıtır da yedi hayvan.
beraber çıktık,bi'süre sessizce yürüdük...
''geçen pazar şinitzelci kapalıydı değil mi'' dedi,
'evet tadilat vardı belki bu hafta açmıştır.' dedim.
yürümeye devam ettik,
ben bir ara 'orası da iyi yahu' diyerek şinitzelciyi övdüm, bu konuya çok odaklanmadık,
sokağın köşesine geldik,
şinitzelci kapalıydı,
karşıdan Anıl'ın sevdiceği ve komşusu olan Ezgi geliyordu, Anıl'ın gözleri bozuktur, gözlük de kullanamaz,
gözlerini kısarak Ezgiye baktı ve bana 'gülüyor mu o' dedi,
''evet beşlik simit adeta'' dedim.
Ezgi, taksimdeki yürüyüşten taksimin kalabalıklığından ve ne kadar çok ünlü gördüğünden bahsetti,
ben o sırada 'bu ikisi de şanslılar ha ülkemizin batıya dönük aydınlık ilişkisini yaşıyorlar adeta' diye düşündüm.
Ezgiye de 'evet hayvan sever ünlüler oradaymış galiba başka bir yürüyüş daha varmış sabah inernetten okudum' dedim,
daha sonra Anıla 'haftaiçi uğrayabilirim ' dedim,
''olur olur'' dedi.
Ezginin poşetindeki ekmeğe bakarak 'doyur bari bu Anılı' dedim ve ardından da ikiliye veda edip bir pazar günü öğlesonrası Mecidiyeköy sokaklarında yürümeye devam ettim.

Metro ile Taksime gitmeyi planlamıştım, metroya yürürken Cevahir Alışveriş ve Eğlence Merkezinin yanındaki beton boş alanda çocukları oyunlar oynamaya çalışan bazıları babalı, bazıları babasız aileler gördüm,
'Mecidiyeköyde çocuk büyütülmez.' fikrimi bir kez daha onaylayıp Antalyanın harika park ve bahçelerinde fazla aksiyona girmeden geçirdiğim sakin ama mutlu çocukluğumu düşündüm...
özlemişim.

metroya bindim, Taksim Meydanı'nın mevcut vaziyeti ve Kadıköylü Çiğdem'in genelde meydan tarafından değil de istiklal caddesinin sonu kabul edilen tünel tarafından geldiğini düşünerek şişhane metrosuna aktarma yaparak doğrudan oraya çıkmayı planladım.
planıma da harfiyen uydum ki bir başak burcu erkeğine de bu yakışırdı diye düşünüyorum,
tünel tarafından istiklal caddesine ulaştım Tarık Zafer Tunya Kültür Merkezinin önündeki eskiden Gloria Jean's olan şimdilerde kapalı olan dükkanın yanında Çiğdemi aradım,
sitem edercesine ''neredesin?'' dedi,
yok şişhane, vay aktarma derken gene geç kaldığımı fakettim 'tünelin oradayım, sen neredesin' dedim,
''meydan tarafındayım'' dedi
'ben tünelden gelirsin diye düşünmüştüm' dedim.
''mesaj attım ya'' dedi,
'gelmedi mesajların' dedim..ve o an farkettim ki klasik bir metro ile gelinen tam kesinleşmemiş buluşma faciası yaşıyorduk.
''tamam, ortada buluşalım madem.'' diyerek anlaştık ve Galatasaray Lisesi'nin önünde buluştuk.

Kahvecinin oğlu Starbucks'da farklı çeşitlerde birer çay almış iki çok eski arkadaş olarak oturduk,
canı sıkkındı anlattı, dinledim ve konular hakkındaki fikirlerimi söyledim, katıldıkları oldu katılmadıkları oldu.
biraz da ben anlattım o da fikirlerini söyledi...
onunla geçen aylardan birinde gene aynı kahvecide otururken farketmiştim,
biribirimizi iyi biliyoruz bu da birbirimize bir şeyler anlatırken daha hızlıca derine inmemizi sağlıyor,
galiba yakın olmanın en büyük avantajlarından birisi de bu.

otur otur sıkıldık ve kalktık,
güneşe doğru yürüdük,
güneşi ne kadar sevdiğimizden bahsettik,
ben bir ara güneşe olan sevgimi yaşam kaynağı falan diye bilimsel dayanaklara da dayandırdım,
o da ''kızın olursa adını koyarsın'' dedi,
ben de 'kızımın adı belli' dedim
ya duymadı, ya da merak etmedi,
merak etse ne güzel söylemeyecektim.

sallana sallana Galata Kulesine indik,
kesmedi Karaköy'e indik,
o da kesmedi Eminönüne geçtik.
acıkmış, canı da çekmiş ''balık-ekmek yiyelim mi?'' dedi, 'olur' dedim,
ben Eminönündekileri sevmem, almadım ama o turşu suyu da aldı,
gerçi eminönündeki balıkekmekleri de sevmiyorum ama bi'şey demedim, yedim öyle..
turşu suyunun son yudumunu masaları temizleyen adam çöpe atınca isyan etti, o son yudumunu ekmeğinin son lokmasına saklıyormuş,
çok güzel isyan etti karışmadım,
adama şöyle bir bakmaktan öte bir şey demedim,
adam da bi'şey demeden ona bir turşu suyu daha getirdi,
bir ara cihangirdekinden de içersin dedim..
cihangiri sevmediğinden bahsetti bir de oraya her gittiğinde Işın Karaca'yı çocuğunu gezdirirken görüyormuş,
''babalı mı babasız mı?'' diye soracak oldum da sormadım.

Süleymaniye'nin ardında batan güneşle birlikte akşam çökmüştü,
akşam ile birlikte, yemeğin üzerine biz de biraz çökmüştük,
denize baktı,Galata kulesine baktı ''ben buraları seviyorum'' dedi,
''evet, tam bir teyze ve amcayız eminönüne geliyoruz halen'' diyecektim, demedim.
onun yerine nostaljik ve mimari değerlerden gem vurdum.
ayaklandık, koşmadan seri adımlarla Eminönündeki Kadıköy vapur iskelesine yöneldik,
vapurun beklediğini gören Çiğdem koşmaya başladı, Çiğdem daha önce de benzer bir durumda koşmaya başlamıştı ve bu iki olmuştu ama ben gene şaşırıyordum,
hem şaşırıyor hem de peşinden koşuyordum,
bir ara sakallı gencin biriyle hızlıca selamlaştı, ben genci sallamadım, sözlüktenmiymiş neymiş..
bu arada ikimiz de uçurulmuş ekşi sözlük yazarlayız ..kaydolurken de haberimiz yoktu uçurulurken de haberimiz yoktu sadece yazarken biliyorduk birbirimizi,
neyse vapura yetişti, 'daha sık görüşelim' dedim ''
olur'' dedi.

geri yürürken 'Şu Çiğdem de bana diyor da az hesapçı-plancı değil; zaten bazen ondan darlanıyor galiba,şu vapuru kaçırsa üzülürdü herhalde..
gerçi: ,ben herşeye rağmen mutlu olabilirim, demiş birisi de kendisi..' diye düşündüm.
Eylül bitmek üzereydi,
çok ileride bir gün pazar günlerini sevme ihtimalim vardı,
2012 Ekiminin ilk günü geliyordu,
2012'nin de bitmesine 3ay vardı.
gene bir halt anlamadan geçen Eylülün bitmesi yetmiyormuş gibi ayların en gereksizi Ekim'in de tıpkı bir inek öğrenci gibi pazartesi başlayacak olması, içimi çok bunalttı,
gün içerisinde çok yakınlarımı görmeme rağmen galiba kendimi çok yalnız hissediyordum,
ve yine galiba tek başına yaşamak bana yaramıyordu.

Arkadaşım Güneş ''Soğuk biradan alınan ilk yudum insana can verir.'' gibi bir söz söylemişti, o aklıma geldi
'her zamanki biramdan içeyim bari' diye düşünerek Galatakulesine yöneldim.
Karaköyde az önce kalabalık olan ara sokaklar bomboştu,
çevre esnafı ve halkı galiba güneş enerjisi ile çalışıyordu.

Galatakulesi'nin oradaki Diasa'dan herzamanki gibi Bomonti biramı aldım,
alkole gene zam gelmiş,
kendikendime gerekli mercilere Anadolunun bira ve şarap tarihinden başlayan ve sonu çok kültürsüz sözlere varan çeşitli laflar ettim.
Biramı içe içe Tünel Meydanına doğru tırmanmaya başladım,
biram herzamanki gibi tam odakulenin orada bitti, çöpe attım,

yürümeye devam ettim.
yürüyerek eve giderken erken yedim gece acıkırım diye düşündüm,
bir de Ekimde Annemin doğumgünü var diye düşündüm,
özlemişim.

Çizim Bana Ait.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...