28.09.2008

bir gün belki hayatta gün dönende dönence .


-okurum istek yapar da ben yazmam mı sevgili okur.
hemen yazarım da ne yazarım onu hiç hesaba dahil etmedim
du bakalım bi başlayalım.

-bir filme gittik bugün sayın tüfekçi ve kuzeni başak hanım ile
filmin adı orjinal cinayetler olarak çevirilmiş
ingilizce adı da pek beni bağlamıyor.
klasik bir polisiye filmine ait özelliklerin yanında etkileyici gibi kurgu ve son da eklenmiş bu filme
en çok beğendiğim noktası girişindeki grafikleri oldu zaten onları düşünürken filmin başından bişey anladım ama başından bişey anlamadığımız filmleri daha çok severiz değil mi sevgili okur

-çeri pay denen yiyeceğin dondurmalı olanını sewverek yiyorum uzun bir süredir
kışın yanında sade kahveyle daha güzel olabilir.

-''kaybedecek neyim var ki'' tribine giren insanı yakalayın bağlayın
ceplerine bakın
kesin o insada i pod var,
kameralı cep telefonu var,
cüzdanında hep para var,
şımarıklıktan yapıyor bunlar.

-kuzenimçelikkaya aradı akşama doğru
hiç öylesine aramış
ben de anlamadım
ama iyi bir hissyat
uzatmadık kapattık.

-lcd gibi flat gibi incecik monitörden çok zayıf kızların kollarından tiksindiğim gibi tiksiniyorum.

-iyice fikret kızılok gibi oldu saçlarım.

-tavladanda hazzetmediğimi farkettim
artık tam oldum.

-o zamanlar x ile y çıkıyordu
ben de arkadaşım olan x'e dedim ki ''bir sor bakalım y'nin arkadaşı varmıymış?''
how i met your mother adlı dizinin türkiye versiyonunu yazdım size

-biri alişana söylesin saçları çok kötü.

-kız kesen erkek çok komik görünüyor.sanki dünyası duruyor iblisin
fokuslanıyor bir anda.
bir de erkekte g*te kilitlenme hadisesi ve dekolteye takılı kalan erkek durumları var.

-anaya bacıya küfür üzerine kitap yazılır.
ben en çok anaya edilen küfür hakkında ''anasının hatırını sormak'' demeyi seviyorum.

-yaz yaz bitmiyor değil mi sevgili okur?
bu arada yazmak demişken köy yerinde sermek anlamında kullandığımız yazmak kelimesi türk diline o anlamıyla girmemiş henüz
çok sinirlendim.

-bu blogu en çok kim okur?
mehmet okur

-kürdan yerine sakız kullanmak da etkili olabiliyor.

-esin özbek de gelse uykusuz dergisine ne güzel olacak.

-nerede bir kolasının dibini kafasına dikmeyen insan var anlayın ki o insan beklentisiz insan.

-sosyomat diye bir şey vardı ondan bi bok anlamadım ben.

-serdar ortaç'ın şeytan adlı şarkısının klibini başından sonuna kadar izledim ve klibin de şarkı gibi kenan doğuludan çakma olduğu kanısına varmakla beraber bahsi geçen videonun içerisindeki dans görüntülerinin de izlenebilecek en nefretlik görüntüler olduğu kanısına vardım.

-bu kış yağmur çizmesi göreceğiz bayanların ayaklarında ne olursa olsun adidasın boks ve güreş ayakkabısı serisinden kat ve kat iyidir
ha unutmadan avrupa takımları arasında livırpul hersene güzel forma yapan takımlardan oluyor.

-livurpul hakkında da bildiklerimi yazayım
bir liman şehri livırpul şehrinin takımı olan livırpul liman işçileri tarafından kurulmuş bir takımdır işçilerin kurduğu bir takım olduğundan olacak ki kızıl renkte forma giyer.takımın popüler taraflarlarından biriside bitils solisti con lenındır.

-ülkücü işçiler derneği diye bir şey gördüm bu hayatta.
logosu da hilal şeklindeki bir dişlinin içeriside uluyan kurttu.

-bizim dersanede sade neskafe 75 kuruş buna bayılıyorum.

-devrim arabaları filmi geliyor. fragmanını izlerken aklıma geldi bu eski türk arabaları da almanın golf arabasına yaptığı gibi yenilenip çıksa ya

-düşününce ölenle ölünür de o iş öyle olmaz

-bıyık kalsın

23.09.2008

los le



beni çok iyi tanıyormuş gibi "nev-i şahsına münasir birisi" olduğumu söylemişti 2006 yılında bir dersanenin bir edebiyat öğretmeni.
bu tespiti sadece jöle ile dikeltiğim saçlarım ve tişörtümün içine gömlek giymiş gibi görünen tişörtlerim falan yoktu diye demiş olabilir. onu tam bilemiyorum ama diğerlerinin sene sonu girecekleri öğrenci seçme sınavları için yorum yaparken bana bunları demesi ilginç geldi

evet bir şekilde diğerlerinden beni farklı kılan özelliklerim var.
ama bu çok farklı bir şey degil çünkü muhakkak sizinde var boyle özellikleriniz olmazsa dahi en azından bir farkiniz olmuş oluyor.
esas konuyu getirmek isteyip de getiremediğim şey
eskiden felaket bir solak olduğumdur.
ben eskiden solaktim
yazi yazmaya solak olarak basladim.
tüm karikatürlerimi sol elimle çizdim
hep yan sıradaki elemanla dirseklerimiz tokuştu
yemek masalarının sol tarafı boş olan kenarlarına oturdum

sonra
bir ara
kendi kendime
sağ elimide kullanmayı geliştirdim
normal olmak ''aa sen solak mısın?,yazın da ne biçimmiş?, o nasıl kalem tutuş yahu''ları duymamak süper gelmişti
solu bayağı boşladım
o yüzden, şu an sol biraz daha güçsüz olsa dahi iki elimi de kullanabilme yetisine sahibim.
ama yine de 10 parmak klavye sevmem
giderek sağ elimi kullanmaya başladığımı düşünürken dün aldığım kastamonu kır pidesini sol elimle tuttuğumu farkettim.
bu şekilde bir çok örnek buldum kendi kendime
bilinçsiz(bilinçsizseniz bilinç sizsiniz) bir şekilde sol elimi kullanmaya devam ediyorum
mesela, kübra doğan'in sol gitarini da neredeyse calıyordum
ama gitar çalamadığım aklıma geldi
bu gitar gibi solaklar ile ilgili değisik ürünler var.
onları da hep merak ediyorum ama hiç incelemiyorum araştırmıyorum bir gazetenin haftasonu ekinde çıkmasını bekliyorum.

işte bunu anlaticaktim size anlattim.
yarın birgün "e anlat bakalim oz" derseniz aklıma yine bir şey gelmeyecek siz geviş getirirsiniz.

grafik bana aittir çok süper arka plan olmaktadır

bu blogtan şu sarkiyi buldum indirin bari

21.09.2008

ısı duyusu


güzel bir konu bulmuştum bu sefer yazmak için. ama unuttum.
bir ara 'pıröfösyönel' birisi gibi not alıcam böyle şeyleri. tabii bunun için önce bir not defteri almam lazım. (burada sizin ''ay ben alayım, zaten severek okuyorum alayım da hediye edeyim'' demeniz gerekmiyor cidden.)

efendim kış mevsimi, bildiğimiz üzere gelebilen bir mevsimindir. belki hepiniz bilmiyorsunuzdur söyleyeyim, bu mevsimin antalyaya gelişi bir günde olur.
öyle yavaş yavaş, alıştıra alıştıra falan gelmez.
geldin mi ?
geldim
bitti.

kış mevsiminin geldiğini sadece ısı duyumuz* ile anlamak zorunda değiliz.
mesela
''yeni yayın döneminde ortalığı çükleticez, acayip süper diziler, yarışmalar çok heycanlı filmler olacak.'' diyen televizyonlardan,
yahut
yöresel değil genele satış yapan mağzaların yeni sezon vitrinlerinde görülmeye başlayan hırka ve ceketlerden ha bir de bunların fiyatlarından,
yahut
alışveriş bültenlerinde görülmeye başlanan önlük ve okul araç gereçleri indirimlerinden, (özellikle önlükle görülen migros kangurusu kabus gibidir.)
yahut
kısa kollu tişörtü ve keten şortu ile şehirde gezen normal insana ilginç gibi bakışlar atan yerel halktan,
yahut
benim doğduğum günün yıl dönümünden,
yahut
değişen meyve ve sebze çeşitlerinden (ki bunun en bariz örneği lezzet kaybeden kavun ve karpuzdur.)
vaziyet-i mevsim gayet rahat sezilebilir.

ama diyorsanız ki ''benim gözlem tespit yeteneğim biraz kıt sanada güvemiyorum.''
o zaman da bir formül veriyorum.
yazın bir kenara
yazdan kalma,kısa, süper rahat ev içi şortu ile açık olan balkon kapısına yakın oturulur.baldırlardan göbeğe doğru (ortadaki bölümüde hafifce huylandıran) bir üşüme bünyenizi sarar.
ardından bir anda kendinizi elleriniz bağlı ve bacak bacak üstüne atmış vaziyette bulursunuz.
ha işte o an çirkin vucuduz algılar
kış geliyor.

*ısı duyusu varmış cahillikler kitabında yazıyor

not:ulan millet ne güzel şeyler yazıyor ben hala geçmiş yok balkanlardan gelen soğuk hava yok kış diye...
neyse işte
üstteki fotoğraf dünyada çekilen ilk fotoğrafmış
altındaki de dünyada çekilen ilk renkli fotoğrafmış

çok eğlenmeyin,sıkılanlar var.
bir de böyle bir yazım var
tıkla

16.09.2008

Oz


kısa cümleler kuran sessiz tiplerden olduğu belliydi.
"nereye gidiyorsun" soruma "aşşağı, top oynamaya" diye cevap verdi.
ardından bir sessizlik oldu.
zaten telaşsız halinden sessizliğe alışkın olduğu belliydi.
beni tanımıyordu ben de onu tanımıyordum
ama bir yerlerden bir yakınlık hissediyorduk o belliydi.
kılığına baktım çaktırmadan sarı üzerinde new york yazan bir tişörtün altına lacivert şeritli gri bir şort giymişti,kırmızı siyah ayakkabılariyla "pıt,pat" seslerini yankılatarak iniyordu merdivenlerden.
sırf konu olsun diye
"top oynamaya mı çağırdılar" dedim.
aşşağıda top oynayanları görünce aşşağı inmeye karar verdiğini heyecanlıca anlattı.
biraz ürkmüştü galiba benden.
amerikan traşı denilen bir saç traşı vardı,
beyaz barselona logolu çoraplarına bakıyordu zaman zaman.
bir ara bağcıkları çözüldü "ben bağlarım" diye atıldım. "yok gerek yok" diyerek ayakkabısına sıkıştırdı bağcıklarını
belli ki yabancılarla konuşmaması tembihlenmiş çocuklardandı
apartman kapısına benden önce geldi esmerce kollarıyla kapıyı açtı bana yol verdi.
gözlerinde bir telaşla top sahasi gibi olan bir apartmanın önüne baktı kimse yoktu
ancak kale direği niyetiyle dizilmiş taşlardan yakın zamanda orada bir futbol müsabakasi olduğu belliydi.
evinin önünde bir kenarda yere oturdu zemine yetişmeyen ayaklarını sallaya sallaya biraz bekledi.
ilgimi celp eden bu veledi uzaktan tıpkı bir sinsi gibi izliyordum.
beni farketti ve baktı
ben de ona "migrosa gidicem, tahsini bekliyorum" diye bir yalan uydurdum.
uyduruken de "allahım bacak kadar velede hesap verdim, bir de yalan söyledim" diye düşündüm
biraz daha sıkılgan bir şekilde bekledi gelip geçen mahalleli ona "naber" diyordu o da sakince "iyi" diyordu.
mahallenin uç tarafına belki geliyorlardır diye baktı
gelen giden yoktu "of"ladı "puf"ladı eve çıkmak için zile bastı
diafondan annesi "oğlum şimdi inmedin mi sen?" dedi.
"of anne ya" diyerek kapının açılması gerektiğini belirtti
"patt" sesiyle kapı açılırken bana son bir kez şaşkınca baktı
göz kırptım ona ve "görüşürüz adamım" dedim.
güldü ve gitti ben de durağa doğru yürüdüm yolda arkadaslarını gördüm ellerinde meybuzlarla top sürerek geliyorlardı mahalleye.
kendi aralarında konuşmalarından anladım dolaşmaya gidiceklerdi
düşündüm kesin ona meybuz da yasaktı...

hadi bakalim diyerek çıktım evden 20li yaşlarıma alışıyordum
o gun doğum günümdü.
apartmanda bir anda 10 yaşındaki ben ile göz göze geldik.
sevimliydi kerata...
kısa cümleler kuran sessiz tiplerden olduğu belliydi."nereye gidiyorsun" soruma "aşşağı, top oynamaya" diye cevap verdi.
ardından bir sessizlik oldu...

10.09.2008

rica





sevgili okur,
sizden ricam bu yazıyı
bir nisan yağmurunu balkondan ince belli çay eşliğinde izlemek gibi,
yerde bulduğunuz bozuk para gibi,
anaokulunun dağılma saati gibi,
fırtına da şemsiyeyi kapatma akıllılığı gibi,
yolda denk gelip de planına programına dahil olduğunuz arkadaslar gibi,
salt ve sade olan yazılara yaptığınız gibi,
o kısacık ama içinizi ısıtan yazılara yaptığınız gibi,
öyle bir gulumseyin
zira uğraştım ama yazamadim ben öyle yazılar.

7.09.2008

english klavye


english klavye ile yerli harf kullanmadan ne kadar yazacam acaba?

neyse;

antalya caddelerinde arabalar tersine gidiyor bazen
garipsedim.

yeni gelenler icin antalya eserimin devam versiyonunu yazacam galiba

friends dizisi harika
yeni bilgi gibi ama...

kumanda kimdeyse hakimiyet onda

denizden sonra su tutmam kendime
tuzlu devam ederim.

yumurta yemiyorum bir zamanca
jolly joker'a gitmeyen gidip de facebook'a fotograf albumes yapmayan kimse yok

harika reklamlar hakikatten harika oluyor

baya da uzun oldu bu yerli harfsiz blog

bozuk para cananan gibidir
o banka yeni olaylara girdi
sinirlendim
yeni fanta bardak is a harika olmak

tezlik fiili seviveririm ama sakin bir kimseyimdir

tavuk baget ile davula vuraman

ingilizcemi de biranin yaninda yerim

beatlesli hayatlar dilerim

yeter bitireyim burada

photo by serhat (evezeg.blog)

5.09.2008

Blog yazınız başarıyla yayımlandı!


durmayayım yazayım.

windows xp'nin zeytin yeşiline hastayım
yine abarttım ama bayağı güzel
hele ki o maviye göre

an geliyor,zaman oluyor felsefik şarkılardan gına geliyor
özellikle ''kimdi gididen kimdi kalan'' şarkısı buna örnek olabilir.

feysbukuma bakıyorum da ''bir benim mi janjanlı fotoğrafım yok yahu'' diyorum.
fotoşopla uğraşan bir insan olan bana garip geldi a ama var benim de janjanlı
du profil resmi yapayım.

antalya da dolmuşa nakit ödeme yapacaklar için ücret 1 lira 75 kuruş oluyormuş yani 3 ay içinde yüzde yetmiş beş oranında zam yapılıyor ücrete ki antalya gibi kısa mesafenin son derece fazla olduğu bu şehirde çok fena bir durum.
belediye başkanlığına mı aday olsam?
ukome falan yazıyor kurum adı olarak
sille tokat dalıcam.

turşulu domatesli et döner güzelken neden içine bayat kızarmış patates atma sevdası içerisine giriyorlar ki?

gazetelerde okuyorm ''dünya üzerinde ki blogcular protesto yaptı bloglarını kapattı'' diye
hiç girmiyorum ben öyle işlere
burası 24 saat açık girin okuyun.
mert bostancı adlı arkadaşım bir hikaye anlattı da ''bunu da bloguna yazarsın şimdi'' diye bitirdi o garip oldu.

uzun deneylerden ve tavsiyelerden sonra kendi ekmek arası yiyeceğimi yarattım
anlatmamın zamanı geldi,

Oz'un Sanidviçi
mazemeler
-akşamüstü alınıp akşamdan kalan sabaha kadar kapalı poşette beklemiş dilimli köy ekmeği(3 dilim)
-bir kaç gün öncesinden kalmış haşlanmış tavuk göğsü yahut kalçası(didilecek kadar kafanıza göre)
-mayonez(eser miktarda)
-marul yaprağı(2 adet, büyüklüğü tercihe göre)
-kokulu antalya yayla domatesi(4 dilim)
-varsa kaşar peyniri(ekmek dilimi boyutunda 2 dilim)
-canınız çekerse salatalık turşusu(bir adet)
yapılışı
bir dilim köy ekmeği alınır, üzerine önceden boyunu ayarlayıp kestiğimiz kaşar dilimi yerleştirilir,kaşarın üzrine sertlerinden seçtiğimiz domates dilimleri yatırılır,onun üzerine tırnak yardımı ile kopardığımız tavuk parçaları serpilir
tavukların üzerinde biraz mayonez gezdilirir,yapıştırıcı görevi gören mayonezin üzerine turşu dilimleri oturtulur ve üzeri marul yaprağı ile örtülür,bir dilim köy emeği ile üzeri kapatılır ve az önce saydığım işlemler tekrar uygulanarak ikinci kat çıkılır,bir tabağa yerleştirilir hapur hupur lüpletirlir.
not: yanında soğuk çay dünden kalma asidi kaçmak üzere olan kola,vişne yahut elma suyu harika gitmektedir.
tuzunu biberini kekiğini de bir zahmet kendiniz ayarlayıverin.

1 hafta beklemiş le kola içmiş insanım ben
şu hayatta artık hiç bir şey beni korkutamaz.

uyurken hıçkırıyormuşum
sağolsunlar su getirdiler,
uyan da iç dediler,
uyanınca, panikle geçti hıçkırık

Diphallia diye bir hastalık da varmış yani bunu da gördük.
anlamını buraya yazamayacağım merak edenler araştırsın baksın.

zamanında
-hocam eğtim ailede başlar sizinki öğretim dedim.
hoca da ''yok yaa'' dedi
aram iyiydi hocalarla

''hoca'' da japon dövüş taktiği gibi bir kelime
japon ve dövüş demişken fazladan sai'si olan varsa bana verebilir.

tepedeki fotoğraf: murak kocakaplan'ın objektifi ile ömer şahin gültekin tarafından mutlu bir anımızda çekilmiş
sıkılgan bir zamanımda da ben tarafından tekrar renklendirilmiştir
fotoğraftaki kişi de bizzat benimdir.

3.09.2008

kavalye


''neredesin bir süredir yazmıyorsun'' gibi düşüncelere kapılmadınız di mi sevgili okurum?
sizden de beklentim buydu zaten,
aferin.
öyle hiç şort giymeyip de sadece tatillerde bir anda şortu ile beliren sakal bırakan insanlardan değilim zaten tatilde falan da değildim.
ufak çaplı bir ingilizce klavye sorunu yaşadım.
küçümsemeyin, mesela sıkıldım yazıcaksınız ''s*kildim'' olacak
onun gerginliği zaten sizi s*kilmişten beter ediyor.
mesajlaşırken de oluyor aynı sorun kurtulmak için ifadeyi derinleştirip sikildim yerine ''içime dert oturdu'' yazabilirsiniz.
siz bilirsiniz.
ben şu günlerde boş beleş şeylere bakıp ''ulan ne garip ha, eskiden birisi bu böyle olacak demiş bu böyle gelmiş böyle gidiyor..'' temalı düşüncelerdeyim.
en son denize girmek hakkında böyle düşündüm.
garip bir olay
şu dünyada ayıbı olmayan iki şeyden birisi galiba
ki diğeri bilim denilen şey
neyse efendim denize girme olayı özellikle sınıf ortamında ki arkadaşlarla yahut pek cıbıl hallerde görmediğimiz insanlarla gerçekleşiyorsa çok garip ve çizilmesine gerek kalmayan karikatürize bir olay haline geliyor.
aylarca artist artist giyindiğiniz insanların karşısında yarı çıplaksınız ve daha da ilginci onlarda çıplak.
''korkuyorum anne'' adlı filmde bu konuya benden kat ve kat daha iyi deyiniyorlar.
bir şiir ile bitireyim

mesincır
gözlem ve tespitler biriktirdim beynime
hala kağıt kalem kullanmıyorum
sevdiceğim girmiş messenger'a
sizden müsade istiyorum

Not:
fotoğraf da klavye de Ömer Şahin Gültekin isimli kişiye aittir.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...