29.01.2010

benim sadık yarim'e açık mektup


patates'e karşı bir sinirim başladı gerçi kendisi bir araç ama olsun sevmemeye başladım.
her ekmek arası olan öğrenci yemeğinin içerisine doldurulduğu yetmiyormuş gibi şimdi de istiklal caddesinin yeni popüleri kendisi.
dünyamızı yönettiği iddia edilen kişilere sesleniyorum yapmayın böyle şeyler lütfen.
beni ''pates beyinli gençler yetişiyor'' cümlesini kurmaya zorlamayın.

efendim,eğitimlerini müzik vb. alanlarda sürdüren kişiler bir şeyler sunarken ister istemez süper giyiniyorlar.
bir de arkeologları düşünün,onlar öyle değil şort çorap falan..
bu konuda öğretmenlik de fena değildir.

sevdiğini msn'de 'ne dinliyorum?' özelliğini kullanarak etkilemeye çalışan varsa,
şimdi çıksın dışarı.

antalyaya gelmem ile birlikte (haliyle) piyaz yemeğe yeltendim
organizasyonumuzla beraber sağolsun 15 kadar kişi geldi.
masanın başına da beni yerleştirdiler.
konuşma da beklediler benden
ben de ''konuşma falan yok yiyin afiyet olsun'' dedim.
gerçi sonra ömer bişeyler söyledi de pek dinlemedim.
bir dahakine hedefim 30 kişi.
gelene gelmeyene teşekkürler.

evden tek başıma çıktım müge gelmiş onu aldım
saat kulesine vardık
uzaklardan çiğdem belirdi
sonra onur ile murat geldi
onlar güneş ve arkadaşlarını toplamaya gittiler
güneş ve arkadaşları onlarsız gelirken
ömer buğra ve melda göründü kaleiçinden
ardından tekrar onur ve murat belirdi
''hoba hobaa'' sesleri arasında pek muhabbet piyaza gidildi
piyazdan elimizde biralarla döndük o esnada gözde ve eylem belirdiler
arkalarında güneş olduğndan silüet olarak belirdiler ama olsun.
ardından muhabbet kakara kikiri derken
akşam oldu tek tek dağıldı cümlealem
en son meldayle beraber mügeyi evine yolladım
meldayı da dolmuşa bıraktım
eve bi başıma yürdüm
ha evet bundan bahsediyorum işte tek başıma çıktım,tek başıma döndüm
ilk başta yazarken ilginç olur gibi gelmişti de şimdi ilginç gelmedi.

neyse işte hızımızı alamadık bir de halısaha maçı yaptık.
kızlar yoktu tabii
gerçi beni celtik formamla görseler kesin gelirlerdi de neyse..

antalya küçük yer
yukardaki toplukta ilginç ortak arkadaşlar buldum.
(kendi kendime facebook muamelesi.)

ulan başka başka şeyler yazacaktım
hep organizasyon üzerine kayıyor yazı
neyse artık

eski arkadaşım ilay görmüş beni Antalya özdilek'de
fakat ben onu görmemişim.
biraz mahçubum.
özdilekte güzel kız olmuyor pek diye düşünüyordum demek ondanmış.
(dil çıkaran gülücük koyarım buraya)

yarım elma gönül alma ise elmanın kendisinin getirilerini düşünemiyorum.

kibar ve centilmen olmayı seviyorum
lakin kaba tiplerin arasında yaşyan kızlar
bazen yalnış,bazen doğru anlıyorlar.
bazen de ben anladıklarını yanlışlıyorum.

çok veren kıza alıngan dense ya..

tik-tak diye bir topluluk vardı güzel müzik yapıyorlardı.
ne oldu acaba?

güzelliğin on par etmez burçlarımız uyumlu olmasa..
astoveyseloloji.

benim sadık yarim, hangi burcun dişisidir?
astroveyselolojş.

antalyada bossa-nova ritimleri mi duydum ne?

fotoğraf bana ait olup ''fakülte'nin en güzel ayakkabılı kızı'' adını taşımaktadır.

25.01.2010

günaydın


aklımız ile ona giden oksijen ilişkisinin dalgalı kur endeksine salıverildiği ortaokul yıllarıydı.
okula servis ile gidiyordum ve okulun son sınıf olan büyüklerinden olduğumdan 100 yıllık bir servis geleneğimiz:''en son sınıflar,en arkada oturur''u servisin en eski üyesi olan kadir'in ve benim önderliğimizde en son sınıflar olarak yaşatıyorduk.
bahsettiğim en arkada hiç bir sınıf arkadaşım yoktu,
çeşitli sınıflardan çeşitli öğrenciler vardı klişe tabirle adeta bir kozmopolittik.
okul gibi ortamlarlada bilirsiniz ki zaten son senesine gelmiş sınıflar genel olarak kaynaşık vaziyette olurlar o yüzden pek bir problem olmuyordu ki olsa dahi kuzenim ile aynı servisteydik ben dalarsam o da dalıyordu her türlü.
gerçi ben serviste yeni geldiği gün ''ben en arkaya otururum'' diyen bir dördüncü sınıf elemanı hariç pek dalmıyordum ama olsun.
sonuçta değerlerimzi yaşatmamız gerekir.

öğrenci servislerini belki bilirsiniz.
hergün sabah akşam görüşen aynı amaçlı insanlar bir süre sonra çok konuşup servisçinin başını ağrıtmak görevini üstlenirler.
zaman zaman adli vakalar da ortaya çıkar bu servislerde.
genelde önlük sahibi küçüklerin içerisinde bulunduğu bu vakaları,
ya servisçinin kendisi
ya da son sınıftan abiler ve ablalar çözer.
vakaları çözülen bu küçük sınıflı arkadaşlar da boş zamanlarında ''şu abi ,şu ablaya aşık'' temalı dedikodular yaparlar

özellikle sabahçılıkta servis bir başkadır.
sabahın en kör saatinde koca şehirde sadece kahvaltı yapmaya çıkmış kargalar varken.
siz o şehrin milyonda biri kadar metrekareye sahip bir servsin içerisinde dolu dolu insanlarsınızdır.

servis ortamı sanki çok iyi dostların ''herzamanki yerde'' diyerek buluşması gibidir.
hepimiz aynı sırayla ve birbirimizi bilerek buluşuruz her sabah.

o sabah da rutin sıra bozulmamış ve sıra eyleme gelmişti.
eylem,biz medeniyet yoksunlarının aksine her sabah servise ''günaydın'' diyerek giriyordu.
bir süre sonra onun bu günaydınları o zamanlar selamsız sabahsız bir kişi olan benim dikkatimi çekmişti
ve aklımda beliren ilk fikri uygulayıp o servise binip de tam ''günaydın'' diyecekken atılıp ''günaydın'' diye bağırmaya başladım.
dedim ya,''beynimiz ile ona giden oksijen ilişkisinin dalgalı kur endeksine salıverildiği ortaokul yıllarıydı''
ve bir çoğumuz da aynı durumda olduğumuzdan benim bu davranış bozukluğuma bir süre sonra servis geleneğimize göre en arkada oturan en son sınıfların tümü de eşlik etmiş.
böylece her sabah eylem ve en arkada oturan en son sınıflar arasında böyle aslında komik olmayan belki de içerisinde barındırdığı garip gıcıklıktan dolayı güldüren enteresan bir olay ortaya çıktı.

sonra ortaokulu günaydın demeden bitirdim,
biraz büyüdüm,
yine sabah erken saatlerde lise'ye gittim
bu sefer dolmuş ve otobüs kullandım
kimse günaydın demedi.
sınavı kazanamadım
yürüyerek dersaneye gittim,
sokaktaki kimse günaydın demedi.
sınıfa girince insanlarar ''günydn'' diye bir ses çıkarttım.
hep aklıma eylem geldi.
aklım ile beynime giden oksijeni sonunda rayına oturtmuştum.

22.01.2010

Limon Şeker Ata



çok içli ve duygu barındıran ancak depresiflikten uzak olan,
hayatın içinde her daim var olan lakin kimselerin dillendirmediği bir hüzünü bulup da hakkında bir kaç kelimeyi serbest bırakmak geçti aklımdan.
yazamadım.
ne bileyim limonatanın şeker ayarını tutturamayıp da üzülüyoruz ya işte öyle bir his.
işte bunu farkettiğinizi farkettirince insanlar sizi uzaktan uzaktan damgalamaya başlarlar.

''sevdiğim bir kız vardı,olmuş bir kahpe'' cümlesini kullanırsan.
rakı ve rock'u bir araya getirmeye hevesli binlerce gencin aklını alırsın tabii.
bence o zaten, rock mock değil.

rüyası değil de uykusu olası geliyor bazen insanın.
sakin sakin.

ömrümde kimseyi benzetemediğim tipime, benzeyen bir tip
hatta karakterime,bakışlarıma,tepkilerime de benzeyen bir zat-ı muhterem buldum.(daha doğrusu gökçetüfekçi bulmuştu,ben onaylamıştım.)
yukarıda gördüğünüz darjeeling limited adlı şahane filmdeki jack whitman karakterini her izleyişimde ağzımda pis bir sırıtış yakalıyorum.

Beirut adlı topluluktan 'a sunday smile' adlı şarkıyı gönderiyorum okur milletime!

20.01.2010

beter ol.


otobüs yolculuğu esnasında ''şu düşündüklerimi yazayım da okurumun aklını alayım'' diye aklıma süper yazmalık şeyler gelmişti de..
hepsini unuttum işte.
neyse rast gele bakalım yazmaya başladım bir kere.

kız bavulu diye bir şey var.
amanın ki ne kocaman şeydir o öyle.
ne bileyim,
yarın bir gün insanın sevdiği olur da öyle bavulla gelir güneye (kaş-olimpos falan)
o fena yani.
gerçi bir yerlerdeki, bir sevdicek ''seni koyacağım bu bavula'' derse
o zaman bu bavulların büyüklüğü hakkında fikirlerim tersine döner.
böyle tırt biriyim işte.

bir de, ne zaman güzeller güzeli bir dişi kişi farketsem yüzde 75 ihtimalle 2 dakika sonra mesajlaşmaya başlıyor.
bedava mesaj kötü bir şey bence çünkü:
bir süre sonra o kız, iyice eğri büğrü oluyor.

''kendime bu kadar aşık bir adam buldum sonunda''
istiklal caddesinde yanımdan geçen çok rok tipli çok kıvırcık kız,
yanındaki benzer tarzdaki arkadaşına söylüyordu.
demekki herkes kendine aşık olmayanın peşinden koşmuyormuş kanısna vardım.

yalnız insan:yanından geçenlerin konuşmalarıyla eğlenen insandır.

fenafillah diye kelime var.
yorumsuz kaldım.

iki kere falan gitmeme rağmen çok sevdiğim ve her etrafından geçerken ''bak burada demlik vardır güzeldir.'' diye etrafımdakilere tanıttığım demlik cafe barın bossa-nova adlı bloggerda severimiş.
işte blogger böyle bişi.

yolculukta şakira dinliyorum.
canlı bir albüm kaydı var onu dinliyorum tavsiye ederim.

ailemden habersiz antalya yolculuğuna çıkacağımı öğrenir öğrenmez güvenliğimi önemseyip de yolculuk esnasında benden haber bekleyen arkadşım Eylem: süper bir insandır bence.
slim sigarasına da bir daha laf atmiycim.

'yemekhane saati beklerken volta atan kız' gördüm okulda
libido düşmanı gibi.

peki ya habesizce antalyaya gelme esnamda kapıyı 9 yaşındaki kardeşimin açıp da direk
''bilgisayarda ben varım'' demesi.
işte aile öyle bişey sen ne yaparsan yap.
onlar seni seviyorlar.
hep seninle olacakları belli.
risk yok,
pek heyecan yok,
sevgi içerikli sadece.
arkadaş,sevgili öyle mi hiç?
değil.
özlüyorsun hasretle sarılıyorsun bir süre sonra da yüzüne boş boş bakan insanlara dönüşüyorlar.
neden çünkü hisleri değişmiş,bıdı bıdıymış.

öyle romantik-duygusal bulduğumdan değil
inceden bir ritim verdiğinden seviyorum yağmuru.
yoksa tek başına yağmur bir doğa olayıdır.
eğer siz tek başınıza değilseniz,hafiften anlamlar gelir.
ha bir de hepimizi adaletle ıslatabilmesi var.

tekel birası tekrar çıkmış.
görürgörmez aklım gitti 50cl yokmuş 33cl aldıdım.
istiklalde bira içen modern gibi adam oldum.
yok böyle bir aroma.

fatih akın filmler sever bir insan olduğumdan dolayı soul kitchen'a da gittim.
gayet güzel bence.
birol ünel de harika oynuyor.

şili'nin dünya haritasındaki yeri hep düşündürmüştür beni.

ayrılmak çok acayip bir şey.
bu konuda lokativus adını verdiğim yakın yerlerde takılan kişilerin çok ayrılması üzerine çok teorilerim var.
mesela sınıf arkadaşıyla çıkmak iyi gibidir
peki ya ayrılmak.
düşünsenize en absürd hallerini bile bildiğiniz,
nasıl baktığınızda nasıl tepki vereceğini bildiğiniz bir insan var
ve siz onunla sürekli aynı mekandasınız
ve çok ayrısınız.
ulan ne garip ya.
hep insan icadı şeyler bunlar.

hale caneroğlunu da gördüm şu hayatta.
sandığımdan uzundu.

istanbuldan ısparta üzerinden antalyaya otobüsten hiçbir mola yerinde inmeyerek geldim.
yol boyunca,shakira,dido falan dinledim.
3 film izledim.
''garfield 2'' beklediğimden baya komikti.

burun direği sızlamasını sadece deyim zannediyordum.
gerçekmiş öğrendim.
küçük bir burnum olduğunu iddia edene de selam olsun.

bence mutluluk:
şehirler arası otobüste yan kolduğun sahibi olmamasıdır.
Yahut yan koltuğun güzel sahibine emanet edebileceğiniz bir kalbinizin olmasıdır.

''şöyle şehirler ,böyle güzel şehirler'' diye insanoğlu olarak hatrısayılır bir süredir söylenip duruyoruz ama bir de o şehirlerin aralarıı var.
ve bence o şehirlerin ara yolları olmasa zerre lafını etmeyeceğiz o şehirlerin
ki zaten araları olmasa hemen hemen hepsi aynı şehir olacak.

aşk herşeyi affeder de
aşk ile aşık atılmaz.

hani o çorabın altı eriyor da yok gibi oluyor da aslında var oluyor ya.
işte bazı aşklar da o raddeye geliyor.
o kötü bişey.
her yerde de çorabını çıkartamıyor insan.
üşüyor zira.

Fotoğraf:bana ait olup antalyadan bir yaz günüdür.

16.01.2010

renk üçlemesi

bence duşta ağlayan insanlar çok şansız ve duygusal bir görüntü çizmelerine rağmen öyle değiller.
çünkü: normal hayatta kendilerini tutacak ve dertlerini unutacak pek çok vakitleri var.
bence normal hayatta ağlayıp da duşta kendine gelen insanların durumu daha da üzücü.


okulum ben ortaokula geçerken 8 yıllık eğitim coşkusuyla Antalya kaleiçindeki güzel binasından zerdalilik mahallesindeki o standart binasına taşınmıştı,
taşınırken de tüm sınıflardan bazı öğrenciler bir sınıfta birleştirilip yeni bir sınıf oluşturulmuştu.
işte o gün o kalabalıkta tablodan benim adıma da bakıp da gelip bana tüm neşesiyle ''sen de bizim sınıftasın ben de '' diyen arkadaşım celil çok güzel insandır benim için.


sigaranın ağız ile temas eden bölümünün turuncu yahut beyaz olmamasını istiyorum.
bir de insanlar sigara kokmasın istiyorum.
arada sırada koku alabilen burnuma bu yapılmasın istiyorum.


az önce inci de bir başına profitol yemek neymiş onu öğrendim.

az önce bir yazıhaneye bakmak için taksimdeydim.
istanbul 2010 dalgasına havai fişek patlatıyorlardı
bütün taksimin patlamış mısın koktuğunu düşünün işte öyle.
ne havai bir gencim.
ne de fişek gibi hallerim var.

az önce taksimde önümde 2'si sarhoş 3 kız geçiyordu
kızlar sarhoşluk yaparken ingiliz turist ayağına yatıyorlardı.
''dur çüş'' diyen de olmadı.
kızların eğlenceli taktiği o an çok sıkılan bünyeme çekici geldi galiba.
birisiyle ''hey'' diye tanışacaktım ama imdat bu bizi sigecek diye bağırırlar'' diye ses etmedim.
Zira sağa sola bulaşıp küçük şakalar yapıyorlardı bana bulaşsınlar diye 40 saat etraflarından geçtim bulaşmadılar.
bıyık yüzünden galiba ya.

bir sabah mürsel olarak uyansam.
ne güzel olur.
nazan ile aşklarına çok özeniyorum zira.

istanbuldaki son durağım atatürk öğrenci sitesinde müzik kutusuna maykıl ceksının 'tiriylır' adlı şarkısını çalıştır komutunu verdim.
ve kendime rahat bir koltuk bulmaya arandım.
o esnada yanından geçtiğim gençler ''ülkücüler kurt sesi var diye şarkı koydu'' diye şaka yapıyorlardı.
moonwalk yapan ükücü düşünün.

sınıf arkadaşım yasemen'in
ehliyet sınavında kendisine şaşırtmalı soru soran hocaya
''pışııık'' demesi.

çocuk seviyorum ve evcil bir insanım.
belli bir yaşa gelmiş ve düzgün tipli sayılabilecek maşallahlı bir erkeğim.
düz mantıkla kızların peşimde deplase olmaları gerek
ee?
olmuyorsa
kesin bıyıktan.
neyse tegv'e gitmiş bir insanım ben.
istanbul da da gideyim bari.
arkadaşım Eylem'e danıştım bu konuda

hayatımda madalya olarak taşıyacağım bir ceza,
bir suç,
ne biliyim,
bir devrim hareketi falan işlemedim ben.
böyle biriyisim
bi kere kopyada yakalandım.
o kadar.

geçen eski ''10 yeni türk liralarından'' almışım yanlışlıkla.
ne yapacağımı bilemedim.
Gerginlikten sivilce döktüm.
en sonunda yukarıda bahsettiğim müzik kutusu için için görevliye verdim aldı sağolsun.

afganistanlı arkadaşım var benim
adı:rıza
teoman'ı yolda görürsem, direk kaynaşacağım kendisine
abi diyeceğim ben senin hayranın değilim arkadaş olmak istiyorum.
icabında saçını boyatmaya gittiğin berbere falan beraber gidelim ne bileyim bakkaldan litrelik fanta alıp içelim böyle şeyler...

teyzemin yüzümü inatlaya yalayan köpeği Pontosa bazen karşı koyamayıp pes edince
bütün öz saygım knorr hazır tarhana çorbasına dönüyor.(kıtırı da içinde)

füniküler'de şarkı söyleyen ispanyol turistler keşke bildiğim bir şarkı söyleselerdi de
ayaklarıma tempo tuttuğumla yetinmeseydim kendilerine.

süper oyuncu tavsiyesi:Birol Ünel

süper şarkı tavsiyesi:The Beatles-Girl

son olarak bi ''sensiz istanbula düşmanım vardı''
o ne oldu o?
bilemiycem ne olduğunu fakat ben baktım hep sensizim
dedim ''bari istanbulla aramı iyi tutayım.''

12.01.2010

Esin


Anıl,Yusuf ve Ben...3'ümüz de Esin'e tutulmuştuk 3'ümüzünde bu durumdan haberi vardı ve hiçbir şey yapamıyorduk
Üniversiteye yeni başladğım ve yer yurt sorunu yaşadığım bir dönemdi.
Haftaiçleri kahvaltı yapılmayan kuzenim Anıl ve Kadim dostumuz Yusuf'un evinde misafirlik ediyordum.
Bir haftasonu sabahı bu iki insan vasıtası ile Esinle tanıştım.
Esin:ne süsü abartmış ne de hiç süslenmemişti,temizdi paktı,güzelliği vitrinine yansımış ve bize özgüvenli.çekici bir tavır aktarmıştı.
Esin:konuşkan,dostcanlısı,sıcak kanlı ve aşırı maharetliydi,
müthiş börekler ve harika çörekler yapıyor akbinde de midemizi şenlendiriyordu.
aradan çokça zaman geçti ve birşey farkettim 3'ümüz de Esine gitmek için bahaneye bakar hale gelmiştik.

Anıl genelde etrafındaki kızlarla Esin'e gidiyor ve sosyal çevreli,efendi,güven veren erkek ayaklarına gidiyordu aynı zamanda da kız gücünden puan toplama çabası içerisindeydi.
Yusuf ise Esinleyken paraya zerrre önem vermeyen,onunla içilen çayların hesabını hiç yapmayan kişi rollerindeydi .
Esinimi ben de deli gibi seviyordum.
hatta bayram tatilinde zmanında Esin ile aynı mahallede oturmuş olan babamın kuzeniyle birbirimize 10 dakika Esin'i anlatmıştık.
sonra ben biraz bu durumdan rahatsız olup konuyu başka alanlara kaydırmıştım da neyse artık.

Anıl:artiz,Yusuf ise :zengin ayaklarındaydı artık olay gayet netti 3'ümüz de Esin'i deliler gibi seviyorduk.
konuyu bir akşam onlara açtım, uzunca muhabbetin ardından ''Esin'in bizim süperkulade dostluğumuza gölge düşüremeyeceği,mücadelenin centilmence geçeceği ve en önemlisi de Esin'in kararlarına saygılı olmak gerektiği'' konularında mütabakata vardık.
dediğim gibi:
Anıl:artiz,
Yusuf ise zengin ayaklarındaydı.
bana ise ''soğuk yapan erkek'' durumu kalmıştı.
iş başa düşüp sıram gelince durumumu aynen uyguladım:Esin'in yanına gidiyor, ''merhaba merhaba'' diyor,dönüp çayımı cool bir ifadeyle tek başıam içiyor, onu kendime hayran ve bağımlı bırakıyordum.
yda ben öyle sanıyordum diyelim çünkü:
bu süre zarfında da Esin'i zerre kendime çekemiştim dahası biraz beni unutur bile olmuştu bile.
bir pazar sabahı uyandım, Yusuf'un odasından kafamı uzattım,
Yusuf uykulu gözlerinden birisini bir zahmet açtı ve ''günaydın'' bile demeden ''Esin'e gidiyor muyuz?'' diye sordu,
başıma onayladım.
bir süre yüzüme boş boş baktı
sonra ışığın yetersiz olması yüzünden beni göremediğini anlayıp çatallı ve seksi sesimle ''evet'' dedim.
hazırlandı.
çıkmadan ağır ağır uyuyan Anıla ''Esine gidiyoruz'' dedik.
''arkadaşlar biliyorsunuz ben artık...mrmrmr....'' dedi.
Anıl'ın bu tavırlarıan güle oynaya Yusufla Esine gittik.
Yusuf gene çayına çay katıyor hesabı zerre düşünmüyor hatta ''iç abi iç diye bana da çay söylüyordu.
ben ise tıpkı bir sinsi gibi davranarak:
çaydan sapıtan Yusuf'un bir şapşallık yapıp Esin yolunda iki kişi kaldığımız mücadelmizde tek kalarak gelecek zaferimi umutluyordum.
bekledim.
ancak Yusuftan bir şapşallık gelmedi.
çıktık Esinden..
bikaç hafta görüşmedim Esinle.
sonra aradan geçen zaman içerisinde değişen durumları gözlemledim.
durumlarda hiçbir değişiklik yoktu.
hepimiz halen deli gibi Esin'i seviyorduk.
zaten Esin, bizim için: müthiş,harika,mükemmel ve asla bitmemesi gereken bir ilişkiydi.
Isprtalı Esin olabilecek en güzel pastahaneydi .
evet dostlarım,İstanbul,şişli-mecidiyeköy cevahir'in arkasındaki bu pastahane olabilecek en güzel pastahaneydi ve haliyle bizler de müdavimleriydik.
hatta o derece ki:
Anıl,Yusuf ve Ben...3'ümüz de Esin'e tutulmuştuk 3'ümüzünde bu durumdan haberi vardı ve hiçbir şey yapamıyorduk.

tepedeki fotorğafta bu yazıyı yazdığım kağıdı ve yazı için çizidğim Soldan sağa:Anıl,ben ve Yusuf çizimlerini görüyorsunuz.

9.01.2010

oronomi


Murat Kekilli (kaptan murat rumuzlu halk-rock şarkıcısı) şekil içerikli imaja bürünür de ''Murat Şekilli'' adı ile tekrar coşar ve çoşturur die korkuyorum.Bu geçenlerde sınıf arkadaşlarımla kafayı sıyırıp ''seni çılgıın..''diye bir kekilli şarkısına başladıktan 2 sonra aklıma geldi.
Önce aklıma ilk ve orta öğretim yıllarından beri arkadaşım olan ve Kekilli sevgisinin gönlündeki yerinin ayrı olduğu çevresince bilinen Eylem geldi.
halen ilk ve orta öğretim yıllarında olsaydık onu ''aklıma geldin'' anlamında çaldırırdım fakat değiliz işte.
sahi yahu, bir ara çaldırmak vardı.Ben hititoloji değil de iletişim falan okusam (ki çok isterim) kesin bu konuya eğilirdim.
''eğilirdim'' derken saygıyla eğilirdim.Zira Hititi çivi yazısı gibi hiç güncel olmayan ve çoğunluğu ezbere dayalı derslerden gına gelmiş durumda.
Böyle daha münazaralı şeyler bekliyor insan üniversitesinden neyse konumuzu unutmayalım,efendim çaldırmanın önemli bir şey olduğu bir jenarasyondan gelen gençleri 205804808746084270293 tane tespitim ile yerlere yığar ve de kendime hayran bırakabilirim.
o jenarasyon bir çok şeyin ilki ve sonudur.
örnek vermek gerekirse:ilk defa bilgisayarlarıyla oyun oynayan ve internete giren jenarasyondur ki bu da onların ilk defa bilgisayarı bilgi sayma amacının dışında kullandıklarını gösterir ve bu jenarasyon,bu bilgisayar durumundan dolayı dayaşlar kemale ermeden sokakları bırakan jenarasyondur.Kendilerinden sonraki jenarasyonlar da hiç aşşağı oyun oynamaya inmediğinden kelli bu jenarasyonumuz aşşağıda oyun oynayan son jenarasyon ünvanını almaktadır.(ne kadar çok jenarasyon dedim?)
neyse nereden girdim ki ben bu konuya da?
heh iletişimci falan olsam (ki ''falan'' dememden olmadığım belli oluyordur) bayraklarla da ilgilenirdim çünkü:geçenlerde bir ''geniş aile'' bölümünde dizinin şukufe karakterinin dükkanınca geçen bir sahnesinde beyaz yeşil ve kırmızı renk yünler yanyanaydı birden gözümün önüne italya,meksika,bulgaristan ve iran bayrakları geldi.
Bence bu bayrak renklerinin popüler olmasında belli başlı sebepler var bu sebeplerden kelli de bu medeniyetlerin ortak paydaları var.
Renk bilimciler falan da uğraşabilirmiş bu konuyla neyse işte bu bilim,ilim,irfan konularına bu denli takılmamım sebebi ayıptır söylemesi 80'i çakızladığım Hititolojiye Giriş-1 dersinin konularında yer alan Dağ Adı İnceleyen Bilim adlı alt bilim birimidir. oronomi diye de bilinen bu bilim beni ziyadesiyle düşüncelere sürükledi.
ha mesela özel adları inceleyen Özel Ad Bilim (onomastik), dağ adı bilim kadar beni düşündürmedi,aslında biraz sevdim bile.
düşünmeden sevebiliyorum işte böyle birisiyim de şu aralar hevesim ve ağzım kuru,tuzum ise karla karışık yağmurlu olduğundan pek ilgilenemedim.
not:akşam saatlerinde doluya çevirebilirim.

fotoğraf ve ciddiyetli gibi olan tip bana aittir.

4.01.2010

gömü bulmak


sigara içmem,
alkolü abartmam,
dikkatli beslenirim,
tatlı ile aram limonidir,
tuzu biraz abartıyorum galiba ama azaltacağım,
ailem uzun yaşar,90-100 gider yani,
kalıtımsal pek bir hastalık ihtimalim de yok,
sporu sever,
fırsat buldukça basketbol oynarım,kısa mesafelere yürürüm (son favorim mecidiyeköy-taksim)
bildiğiniz sağlık timsaliyim yani.

arkadaşlarımın hemen hepsi sigara içiyorlar,
alkolü abartanlar da var,
hayat durumları yüzünden kendisini yormuş bulunanlar da az değil.
anlayacağınız gözyaşları içerisinde hepsini gömeceğim,

yalnız olmayacağım, güzel de bir karım olacak.
etraftan güzel şeyleri bulup bana gösteren,anlatan canım karım.
onu öyle çok seveceğim ki,
eskiler hasetlerinden erimiş ve dolapta dondurulmuş kinder sürpriz yumurtaya dönecekler.

huysuz ve öfkeli birisiyim,
yazık kadına benimle uğraştı bir ömür,
ölmese iyiydi ancak o da öldü işte,
yapacak bir şey yok.
şimdilik tansiyonumu ölçen hemşirelerin göğüs dekolteleriyle idare ediyorum.
(evet tuzu bırakamadım)
akşamları bazen yatak odasına göremiyorum,
girince çok ağlıyorum zira,
açıyorum cd'yi içiyorum beyaz şarabımı.
neyse vakit böyle böyle geçiyor işte.
50 yıl olmuş.

bu sabah kalktım,
yine belim ağrıyordu,
levi's kotumu,
''fulsıtap'' marka beyaz tişörtümü,
adidas gazelle'rimi ve dedemden kalan 100 yıllık laci deri ceketimi giydim.
giyinirken aynaya bakıp 50 küsür yıldır aynı şeyleri giymeme şaştım.

niyetim güzel bir bahar günü yeşillikler de dolaşmak ve yeni çocukların yeni yeni çizgi film kahramanlarını anlamaya çalışmaktı.
ayakkabım için eğildiğim de
önce belimde
sonra kalbimde
ağrılar karşıladı beni
yere yığılıp
ölmüşüm.

gittiğim yerdeki tüm güzel dostlarım söyleyince anladım öldüğümü.
zaten ölmesem de onlar göreceğim yoktu.
neyse onlara uzun uzun söylendim ''niye bana haber vermiyorsunuz'?' diye.
''hoş geldin'' dediler.

fotoğraf bana koridor okula aittir.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...