30.11.2008

Güneşe Baktım


insanlar bana bakıyorlardı.insanlar genelde sabah birbirlerine bakarlar bunu bilirim ama bir öğleden sonrası için bu durum garipti.döndüm güneşe baktım.güneş arkamdaydı telefonumdan saate bakar gibi yapıp güneşin yansımasıyla onu ayna gibi kullandım. suratımda bir şey yoktu.
sol elimin işaret parmağını burnuma doğru bir parmak mesafesi uzaklıkta tutmuş bir sekilde ''yine anormal hissediyorum;bakın bakın, dikkatli bakın, anormal hissin suratı mı bu? şu burna bakın, o gözlükler ne ya?'' diyerek topluma seslenesim geldi bir anda.
neyse efendim.
fazladan olan etüt niteliğindeki o son derse girmeden çıkmıştım dersaneden.biraz yürüdüm. uzaktan bir minibüs göründü.
koşmadan seri adımlarla uzandım dolmuşa.
hedefim meltem taraflarında bulunan akdeniz üniversitesi çevresiydi.
meşakatli ve bol liseli öğrencili bir yolculuğun ardından üniversitenin önündeki üst gecitin altına geldim. fakat üst gecidin altında beklerken etekli insanların rüzgarlı bir antalya gününde benden rahatsız olabilekleri aklıma geldi ve hemen altlarına bakmak icin kafamı yukarı kaldırdım.
şaka, şaka
yapmadım öyle bir şey.

telefonum ile eylem adındaki eskiden beri arkadaşlığım olan arkadaşımı ''ben buluşma noktasındayım'' mesajı vermek üzere çaldırdım.
sağolsun beni hemen geri arayan bir insan kendisi.
bu sefer de öyle yaptı.
zira elde telefon ile çalmasını beklemek son zamanlarda garip hissettiriyor beni.
yakın mesafe içerisinde birbirini bulamayan insanlarınkine benzer konuşma olan konuşmamızı ''gördüm seni'' ile bitirdikten sonra havanın soğuk olmasından bahis ederek metropol isimli kafeye giriş yaptık.entegre olacağım masada oturan insan sayısı benimle beraber altı olduktan ve tıpkı bir genç gibi insanları selamlayarak yerime geçtim. masadaki bir kimsenin yediği köfte ekmeğe gözüm takıldı ve kafelerde yemek yemek ve kazandırdıkları üzerine kısa bir süre düşündüm.bu sırada ''ee daha daha'' gibi sorulara cevaplar da düşündüm hatta aynı soruları sordum bile.
kaç kişi ve nereye gidileceği hakkındaki detaylı merakımı da giderdikten sonra arkadaşım,ben ve onun 'abla' kod adlı köfe yiyen arkadaşı.bir araca binmek üzere akdeniz üniversitesine yöneldik. kapıda kimlik kontrolü gibi bir şeyler varmış.kızlar biraz uzaktan gösterirken kimliklerini.
ben ise akdeniz üniversitesi öğrencisi olmadığımdan dolayı sahip olmadığım kimliğimi ''gerekirse gösteririm'' der gibi bir tavır ile elimi cüzdanıma atarak geçtim kapıdan.
kısa bir yürüyüşün ardından.ulaşımımızı sağlamak üzere tahsis edilmiş araca biniş yaptık.(cümleye gel)
eylem ile servisten arkadaştık bilmem kaç yıl sonra yine bir servisin arka koltuğuna oturuyor olmak garip ve nostaljik gibi gelmişti.
falza abartmadık zaten iyi oldu.
kapı ilginç bir ses ile kapandı şaşıracak ilginç sey ararcasına şaşırdım.biraz kapılardan konu açıldı ardından her servis gibi bir süre bekledikten sonra yola çıktık.
yolda drama derslerindeki konuyu geliştirmek için benden yardım isteklerini söylediler. başımla beraber dercesine başımı sallayarak deneyelim dedim.bir ara telefonum çaldı, arayan sevdiceğim gökçeydi.bir kaç dakika kendisiyle güzel güzel konuştum.
diğer zamanlarda ise kah servsin arka koltuğunun ne kadar dar olduğunu düşündüm,kah temelini atmadığım muhabetlere girdim.
etrafa bakındım ve ''burası neresi yahu?'' dedim antalyayı bildiğini sanan ben, soruyordum bu soruyu.
etrafa bakarken bir adet trafonun camiiye benzer şekilde boyandığını da ilettim bir süre irdeledik trafoyu.(trafo da ne biçim kelimeymiş) ardından çevredeki eczane bolluğundan tıp fakültesi civarından fazla uzağa gitmiş olamayacağımızı düşündüm.
ve bir eczanenin ''ahatlı eczanesi'' yazan tabelası ile bu gereksiz telaşıma da son noktayı koydum.
yol bitmişti ve güzel bir binaya giriş yaptık.
kapısında büyük harflerle SUNA-İNAN KIRAÇ
EĞİTİM PARKI yazan bu yer Türkiye Eğtim Gönüllüleri Vakfı'nın binasıydı arkadaşlarım gönüllülerdi, ben ise gönüllü bir misafirdim.
içeride çocuklar vardı.birbirleriyle şakalaşıyorlardı.
4 numaralı eğtim odasına girdik. bazı etkinliklerin ön hazırlıklarını yaptık.bu sırada yaka kartından abla kod adlı kızın tanışırken öğrenip sonradan unuttuğum ece olan ismini de tekrar öğrendim.
çocuklar sınıfa doluştu.çocuklara kendim tanıtıldım.
çabalayarak kısıtlı bir süreye 3 etkinlik sığdırdık(bu önemli bir şeymiş)
süre bitti.
birer kahve aldık ve binadan çıktık.
durağa yöneldik.öğretmenliklerini abartmadan yorumladım.
abartılacak kadar iyiydiler aslında.
otobüs çabuk geldi kahvemden son bir yudum daha içerek kahvem ile vedalaştım.
eylem'in ise veda yöntemi ince sigarasını kahvesinin içine atmaktı.otobüse bindik.şehir merkezine daha da yaklaştıkça otobüs kalabalıklaştı benim yolda aklıma camii şekilindeki trafo gelmişti.biraz üzerinde düşündükten sonra az önce yapılan işin camii şekilde yapılan trafodan daha
hayırlı bir iş olduğuna karar verdim.
yol uzun otobüs kalabalıktı biz çeşitli konulardan konuştuk.
bir ara ece'nin midesi bulandı.ben o sırada üçümüzünde gözlüklü insanlar olduğu üzerine kafa yoruyordum o sebeple konuya pek hakim olamadım ama sonradan edindiğim enformasyona göre kendisi yediği köfteyi suçluyordu.
ineceği durağa kadar dayanma gayretini gösterdi üç gözlüklü insan olarak tesadüfen aynı durakta inmiştik.
ece temiz havanın etkisiyle ''iyiyim'' onayı vererek yürüyen merdivenli üst geçitten karşıya geçti.
biz iyice soğuyan havadan konuşarak ve üşüyerek biraz daha yürüdük.
eylem evine giden yoldan evine doğru döndü.
ben karşıya geçmek üzere trafik lambalarına doğru yürümeye devam ettim.
o sırada farkettim:
insanlar bana bakıyorlardı.insanlar genelde sabah birbirlerine bakarlar bunu bilirim ama bir öğleden sonrası için bu durum garipti.döndüm güneşe baktım...

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...